"Marmadük! Nick! Madam Merinda! Hemen gelmeniz lazım. Gördüklerinize inanamayacaksınız." Üçünü de peşimden sürükleyip kuleye koşuyordum. Tabloda gördüğüm şeyi onlarında görmesini istemiştim. Hepsi şaşkınlıkla beni takip ederken tablonun önüne gelip karşısında durmalarını sağladım
"Bakın" Kısa bir süre tabloya odaklanıp daha sonra bana döndüler. Öylece yüzüme bakıyorlardı.
"Görmüyor musunuz? Bana incilerin yerini gösteriyor" Gözlerini tekrar tabloya çevirip daha dikkatli bakmaya başladılar. En sonunda Madam Merinda konuşmaya başladı.
"Tatlım. Ben bir şey görmüyorum. Bu kadın dışında. Siz görüyor musunuz?" dedi arkasında duran iki adama dönüp. İkisi de başlarını sallayıp tekrar bana baktılar.
"Nasıl görmezsiniz. Ah Tanrım!" Tabloya bakmaya devam ediyordum. Tablodaki kadın bana gülümseyip usulca kenara çekilmiş ve arkasında duran bir ağacı gösteriyordu.
"Anlaşıldı. Bu işi kendim halledeceğim. Ormana gitmeliyim."
"Belki de ormanı avucunun içi gibi bilen birinden yardım almalısınız?" Marmadük sinsice bana bakıp sırıtıyordu. Ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım. Ben de sırıtıp tekrar tabloya döndüm. Bu iş bugün bitecekti.
*
"Dediklerimi iyice anladın değil mi Marmadük.? Bu mektup amcama bu mektup ise Denisa'ya ulaşmalı" dedim elimde tuttuğum iki mektubu ona uzatarak. "Sakın karıştırma." Üstümde Denisa'nım hediye ettiği ilk Ay Prensesi'nin kıyafetiyle Menekşe'ye binerek gülümsedim.
"Siz hiç merak etmeyin küçük hanım." ona gülümsedim ve gitmek için hareket geçtim. Arkamdan Madam Merinda soluk soluğa gelince kaşlarımı çattım ve konuştum.
"Beni engellemeye çalışıyorsanız boşuna uğraşmayın Madam Merinda. Bunu benim yapmam gerekiyor. Artık geri dönüş yok."
"Ah Hermione. Tatlım. Ben sadece sana şans dilemek için gelmiştim. Kendine dikkat et. Seni seviyorum." dedikleri karşısında rahatlayıp bir gülümseme bahşettim ona. Sonra atımla birlikte hızla uzaklaştım malikaneden.
Ilık rüzgar saçlarımı savururken hızla ormana doğru ilerlemeye devam ediyordum. Draco ile buluşmam gerekiyordu ve onu nerede bulacağımı çok iyi biliyordum. Bana gününün büyük bir kısmını ormanın derinliklerinde ki derenin kenarında geçirdiğini söylemişti. Orada bulacağıma emindim.
Sonunda ormana ulaştığımda Menekşe'den inip ağaca bağladım ve hızlı adımlarla ormana girdim. Bu yaptığımdan dolayı amcamın bana ne kadar kızacağını biliyordum fakat Moonacre için, kaderimiz için bunu yapmak zorundaydım.Sonunda derenin kenarına geldiğimde gördüğüm kişiyle gülümsedim. Draco derenin kenarına oturmuş dereye taş atmakla meşguldü. Geldiğimi duymamış olacak ki oturuşunu bozmamıştı. Eteklerimden tutup ses çıkarmamaya çalışarak usulca arkasından yaklaştım ve iki elimi gözlerine kapattım. İrkilip elleri ellerimi buldu ve konuşmaya başladı.
"Kimsin.? Bak yemin ediyorum eğer Moonacre'li bir veletsen elimden çekeceğin var ufaklık." Kabalığına gözlerimi devirirken ellerimi çektim ve yanına oturdum.
"Sen çok kaba bir çocuksun Draco Lucius Malfoy"
"Ah Hermione sen miydin.?"
"Evet bendim." Kollarımı göğsümde bağlayıp somurtmaya başladım.
"Buna mı bozuldun sen? Komik olma Granger." Omuzlarımı silkip kafamı ters yöne çevirdim.
"Hadi ama. Sonuçta her gün arkamdan gelip gözlerimi kapatmıyorsun ya. Nerden bileyim.? Hem senin burada ne işin var güzelim?" Dediği şey ile gülümseyerek ona döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
✓ Ay Prensesi | Dramione
FanfictionDaha 17 yaşında hem yetim hem öksüz kalan Hermione Jean Granger, Londra'nın sakin bir kasabasında yaşayan amcası Sir William'ın evine yerleşmek zorunda kalır. Amcasının huysuz halleriyle uğraşmasının yanında bir de bu kasabayı yüzyıllardır var olan...