Uyandığımda kendimi yatağımda buluyorum.
İlk başta buraya nasıl geldiğimi yadırgayamıyorum. Fakat sonra zihnim dolmaya başlıyor.
Sinema...
Yürüşüyüş...
Aras'ın beni öpmesi...
Birden nefes alış verişim hızlanıyor. Acaba rüya falan mıydı?
Kıyafetlerime göz atıyorum ve rüya görmediğim gerçeği yüzüme su gibi çarpıyor. Belki de son kısım rüyaydı?
Anneme sesleniyorum. Aldığım ıhlamur kokusu annemin mutfakta olduğunu haber veriyor. Annem elinde bir bardak ıhlamurla odamda beliriyor.
Ihlamuru elime verdikten sonra yanıma oturuyor. Ihlamurumdan bir yudum alıp ("Anne, üstüne limon sıkmasaydın bari!") anneme bakıyorum.
"Anne, nasıl geldim buraya?"
"Bir arkadaşın getirdi. Neden baygınlık geçirdiğini söylemedi ama seni sırtında taşımış eve kadar. Sahi, ne oldu da yine bayıldın?"
Soruyu geçiştirmek istercesine ıhlamurdan bir yudum daha alıyorum ("Hepsini içmek zorunda mıyım? Yarısını içsem? Olmaz mı? Lütfen desem?) ve limon yüzümü ekşitmeme sebep olurken boğazım yanıyor. Öksürüyorum. Annem sırtımı sıvazlıyor ve "Hadi yat artık. Dinlen biraz." diyor ve bana bir gülümseme yollayıp odamdan çıkıyor.
Ihlamurun kalanını balkondaki saksıya döküp masum masum boş bardağı mutfağa götürüyorum.
Yatağıma geçiyorum ve ateşimi bir kez daha ölçüyorum. Hala ateşim olmadığını görerek içimden Yağız'a bir teşekkür yolluyor ve ışıkları söndürüyorum.
Ama yok...
Ne zaman gözlerimi kapasam aklıma o sahne geliyor.
Kolyemin takılması...
Aras'ın kolyemi kurtarması...
Sonra da beni-
Ay! Neler düşünüyorum ben böyle!
Ama nedendir bilinmez, yüzüme bir gülümseme yerleşiyor. Bir insanın bu kadar utanması mümkün müdür? Ne hissedeceğimiz bilmiyorum.
Fakat tek düşündüğüm Pazartesi günü Aras'ın yüzüne nasıl bakacağım oluyor. Nitekim Pazartesi geldiğinde ve Aras okulda olmadığında, boşuna bunu düşünerek gecemi gündüz ettiğimin farkına varıyorum. Bir yanım onun gelmeme sebebini merak ederken, bir yanım bunun iyi olduğunu fısıldıyor bana. Ama onu merak etmeden duramıyorum.
Ondan hoşlanıyorum galiba. Hem de çok. Evet, sanırım kişiliğini iki karanlık çerçeveye saklamaya çalışan çocuğa değer veriyorum.
Peki o bana değer veriyor mu? O da hissediyor mu aynı şeyleri?
Öyle olmasını umuyorum.
EGE
"Değişmişsin..." diye mırıldanıyorum.
"Evet, artık gönül eğlendirebileceğin Defne değilim ben, Ege."
"Görüyorum, fakat beni bunun için çağırmadın ya?"
"Haklısın. Sana sorum var."
"Dinliyorum." diyor ve etrafta tanıdık olmadığından emin olduktan sonra sigaramı yakıyorum. Genelde söz konusu Defne olduğunda, pek keyifli şeyler anlatmaz.
"Aras'ın şu aralar bir kız arkadaşı var mı? Veya hoşlandığı bir kız?"
"Yok diye biliyorum."
"Ege, açık konuşacağım. Aras'ı senin için terketmek gerçekten bir hataydı ve ona karşı halen birşeyler hissediyorum. Aras da hala benden hoşlanıyor bence, kendine itiraf edemese de. Şu an beni "unutmak" için kız arayışına girmiş. Bence bir kızla oynamaya çalışıyor olabilir, benim ona yaptığımı bana yapacak sözde. Aras'ın dönüp dolaşıp yine geleceği yer yine benim ama,-"
Sözünü kahkahalarımla kesiyorum.
"Defne sen kendini ne sanıyorsun? Değerli mi? Sırf iki kişi yeni haline "güzel" dedi diye havalanıyorsun ya, bu dünyada ördeğe de tecavüz ediyorlar ama, bil istedim."
Bozulduğu her halinden belli oluyor. Ayağa kalkıyor ve "Ister inan ister inanma, gerçek bu. Kıskanç falan değilim, alakam da yok kıskançlıkla fakat ben kıza acıyorum. Hoşçakal Ege." diyor.
Uzaklaşıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneş Gözlüğü
Novela Juvenil"Benim adım İzel. 11. sınıf öğrencisiyim. Katapleksi hastasıyım. Hepimiz gün içerisinde heyecanlanırız değil mi? Duygularımız hepimize doğal gelir. Gülmek, ağlamak, korkmak, şaşırmak… Bu duyguları yoğun bir şekilde hissetmek bütün kas gücümü...