Eve gittiğimde gecem nasıl mı geçti? Sizlere sadece şunu söyleyebilirim onsuz geçti. Her geceden uzun bir geceydi benim için, bu uzun geceyi sağ salim atlatmamı pek de tanışık olmadığım chewas regal'a borçluyum.
Güneşin gözlerime vuran ışınları beynimi sarsıyordu. Bunun nedeni dün ki arkadaşla biraz fazla tanışmıştık. İnsanın hayatta umut ettiği şeyler onları ne kadar da hayata bağlıyor bu bir gerçek, benim gerçeğim ise onu tekrar göreceğimdi. Enerjim alışılmadık halde çok, ayağa kalkmam ve üstümü giyinmem bir oldu. Ayak üstü hafif bir kahvaltıdan sonra kapıyı açtım. Açmakla beraber yüzüme vuran ilk bahar havasıyla huzur buldum. Ha bu arada kahvaltı yapan falan yok dolapta geceden kalma artıkları yedim. İlk baharın temiz havasını burnumla çekip ellerimi ceplerime koyup etrafı seyrederek yürümeye başladım. İş yerine yaya olarak gidiyordum çünkü evime yakındı gerçek şu ki yürümeyi sevdiğim için evimi iş yerime yakın tutmuştum.
Her zamanki marketten, her zamanki gibi sigaramı aldım. Genel olarak ona marlboro denilse de ben ona düşman adını vermiştim. Benim kitabımda onun ismi buydu ve bir türlü ondan kurtulamıyordum. Tanıştığım bir çok insanı, nesneyi unuttum, bıraktım, ama onu bir türlü bırakamadım,unutamadım. Bu düşmanımın bir dostu daha vardı işe giden yolun üzerindeki dilenci Murat Abi idi. Her sabah önünden geçtiğimde benden sigara ister ve bunu her zaman yapardı. Ben de hep verirdim kıramazdım, empati yetim yüksekti işim gereği bu olmalıydı.
Yediğim artıklar beni pek doyurmamıştı sanırım, midem bunu söyleyebilme niteliğini kazanmıştı. İş yerinde yemeyi düşündüm bir ara, fakat günüm yoğun geçeceğinden hemen işe başlamalıydım, bunun için bir büfede duran bayandan bir tost istedim, kadın Asya' ya benziyordu. Onu hatırlattı diyemeyeceğim dostlarım çünkü o hep hatırımdaydı. Alınan tostu teşekkür ile yanıtlamam yetmedi parasını vermem gerekiyordu,çünkü ben ona bakarken Asya'yı görüyordum, sersemlemiştim ve tostun parasını kadının söylemesiyle verebildim.
Sonunda o büyük kırmızı tabelanın önüne geldim, kanlı yazı. Kapıda nöbet tutan görevlilere kartımı gösterdikten sonra ilk baharın serin havasını çekme şansım bitmişti, tıpkı diğerleri gibi. Evimden çok gördüğüm yer, nefret ettiğim yer, kalbimi bırakacağım yer olacağı hiç aklıma gelmemişti. Klişe sözler hayatın bir parçası;
"Günaydın Cahit Bey"
"Günaydın Seren" Bize günaydın ama onlara hep karanlık demeyi daha çok istesem de bu onları umursadığımı acıdığımı sanacak bir kişilikti. Dedim ya klişeler hayatın parçası bir klişe daha yaşadım. Odama girince ceketimi çıkardığımda Seren elimden hep aldığı için portmantoyu çok göremiyordum. Ve şunu düşündüm ne kadar da basit dertlerim var oysa ki bir kaç adım ilerimde benimkilerden pek çok daha büyük dertlere sahip olan insanlar, kalbimin mahkumu duruyordu.
Asya'yı görecek bir sebebim yoktu ama sebep yaratacak bir mevkim vardı. Bu benim için sıradan, kolay bir şeydi, sıradan bir şeyin benim için büyük rol oynayacağını hiç düşünmemiştim. Asya'nın odasının önünde dosyasının içinden önemli küçük bir kağıt düşürdüğüm çalışanlar için sıradan bir kaza olsa da Seren buna pek inanmamıştı. Şunu açıklamak zorundayım Seren bana aşıktı ama o benim için yanlış şıktı. Kelime oyununu bırakmalıyım bunda kötüyüm biliyorum ama bu da böyle kalsın istedim. Seren'in arkamdan bakan kuşkulu gözleri beni hedefimden şaşırtmaya yetmedi, gittim. Küçük tabureyi doğrultup yere koymam ses yaratmıştı, uyuyordu ve onu uyandırmıştım. Sesini merak edip konuşmaya mı gelmiştim yoksa sadece onu görmeye mi.
Usulca doğrduldu, mahmur gözleri karşısındakini seçmeye gayret ediyordu. Benim hayran bakışlarım onu rahatsız edecek boyuttaydı, bunu hissetmiştim. Sadece onu görmeye gelmemiştim tabi, merakım beni sesini duymaya itiyordu. Erken uyanmaya alışmamıştı belli ki, bir süre boş boş baktı. Yine aynı soruları sormaya geldiğimi sanıyordu belki de, söze şöyle başladım;
"Günaydın Asya Hanım, sizi tekrar rahatsız ettiğim için üzgünüm fakat hayatınızın kalan kısmını burada nasıl geçireceğiniz hakkında bilgi vermeye geldim. Bunları merak ettiğinizi varsayarak ve bunları duyma hakkınız olduğunu düşünerek geldim. Korkarım geri kalan hayatınız eskisi gibi olmayacak, önceki hayatınızda nasıl yaşadığınızı bilmediğim için bunu normal bir hayat olarak nitelendirmek istiyorum. Bunları söylemek görevim ama benim için zor bir konuşma olacak, her zaman olduğu gibi. Uzun bir süreyi göz önüne aldığımızda yılda sadece bir kere bu odadan dışarı çıkabileceksiniz. Egzersiz için dışarı çıkarıldığınız bu bir gün dışında geriye kalan 364 günü bu odada geçireceğiniz bir gerçek. Bunları üzülerek dile getirsemde kurallar bunu gerektiriyor. Günde iki öğün yemek yemeyi alışkanlık haline getirmeniz gerekecek çünkü burada günde iki öğün yemek dağıtılıyor. Bunun yanı sıra su içme özgürlüğünüz de kısıtlanıyor, yani günde gelen iki öğün yemeğin yanındaki su dışında su ihtiyacınızı karşılayamayacaksınız."
Sözlerim amacımla son buldu. Sonunda sesini zorlukla duysam bile konuşmuştu, ne dediğini bilmiyordum, fakat amacıma ulaşmıştım. Merakımı gideren sesi anlamayı yeni bir hedef ettim;
"Ne dediğinizi anlamadım Asya hanım eğer bulunduğunuz durum ile alakası var ise bu sizin için önemli olabilir"
"Kimin umurunda" diye yineledi. Yinelediği benim tahminim;
"Umurunuzda olan şeylerin arasında hayatınızın olmadığını mı söylemek istiyorsunuz?"
Keskin bir bakış attı, haddini bilmez cümlelerim onu sinirlendirmişti. Uzun bir nefes çekerek konuşmama devam ettim, umursamadığını bile bile.
"Ayrıca kişisel bakım konusunda bayağı zorluk çekeceksiniz, banyo ihtiyacınız gardiyanlar tarafından her hangi bir kimyasal temizlik ürünü olmadan sade soğuk bir suyla ıslanmanız olacak, mevsim farketmeksizin. Burada iyileşmenizin aksine işlediğiniz suçların cezasını çekmek için bulunuyorsunuz, diğer suçlular gibi. Aylık psikoloji terapilerinizde akıl sağlığınızın yerinde olduğunu belirtecek her hangi bir unsur sizi idam cezasına götürmeye yetecek. Burada bulunan mahkumların çoğu psikoloji terapilerinde her ne kadar akıllı olduklarını kanıtlamak isteselerde bu onların istemesiyle yetmeyen bir durum."
Umursamaz tavrı gözlerindeki meraklı bakışlarıyla bozuldu. Neyden bahsettiğimi anlama çabasına giren hareketleri ona vereceğim bilgilerin bu kadar olduğunu söylememle eski halini aldı. Umut dolu bir soruyla devam ettim;
"Bana söylemek istediğiniz bir şey varmı?"
"Beni neden idam etmediler ben hasta değilim her şeyi anlayabiliyorum"
İlk gelen mahkumlara göre sorulan nadide bir soru olmayı kazanmıştı;
"Bunu bilmek istediğinize eminmisiniz?" Başıyla onayladı;
"İstedikleri bu olduğu için sizin ölmeniz sizi buraya sürükleyen zihniyetin üzerinde yaratacağı düşünce sizin kurtuluşunuz olacaktır. Kişisel zihniyete dayalı bir sistemin kurbanı olan sayısız kişilerdensiniz. Açık konuşmam gerekirse, ölümünüzün sizin için bir kurtuluş olduğunu düşünenler, kurtulmamanız için geçerli bir sebep bulup eziyet dolu uzun bir hayat geçirmenizi isteyenlerdir. Geçerli olan sebepleri ise idam cezasına çarptırılan suçluların akıl sağlığının yerinde olmadıklarını öne sürmeleri.
Gözyaşlarıyla ıslanan dudaklarından şu sözler döküldü;
"Ben yapmadım"...
Alışkın ellerim bir sigara daha yaktı ve karşısına oturdum.
Yorumlarınızın benim için değerli olduğunu sadece ben biliyor olamam değil mi siz de biliyor sunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Süveyda
Ficção GeralKader... Yazılanı yaşamak mı, yaşadıklarımızın kader olduğuna inanmak mı? Karanlığın korku veren hissi ve insanların feryat çığlıkları kulaklarınızı deldiğinde delirmemek için tek sebepiniz ne olacak? Eğer sizi ordan kurtaracak biri yoksa ölümün sad...