🌻Sleep Dealer - Imminence🌻
Acı kahveden hallice, sanki güneşin hiç doğmak istemediği bir günün sabahıydı bu sabah.
Namjoon erkenden kalkmış, üzerini değiştiriyor ve eşyalarını toparlıyordu. Yoongi ses hassasiyeti olan birisiydi ve hisleri de uykusunda bile kuvvetliydi, bu yüzden bu durum onu uyandırmıştı fakat yine de çıt çıkarmıyordu. Sanki ikisi de bugün tek kelime etmemeye yemin etmiş, birbirlerinin kalbine ve aklına kazınmamaya çalışıyorlardı.
Namjoon valizini toparladığında odadan çıkmıştı, büyük ihtimalle Yoongi uyurken onu çoktan öpmüştü ve şimdi de veda etmemeyi seçiyordu. Yoongi yatağında doğruldu ve üzerini hızlıca değiştirdikten sonra kapıyı açıp aşağı indi, Namjoon ayakkabılarını giymekle meşguldü fakat merdivenlerden gelen adım sesleriyle kafasını sesin geldiği yöne çevirdi. Yoongi'yi gördüğünde istemsizce gülümsedi, ama öncekiler gibi değildi bu gülüş.. buruktu. Namjoon ayakkabılarının bağcıklarını bağlamayı bitirip doğrulmuştu ki Yoongi adeta Namjoon'un üzerine atladı.. bu bir çeşit sarılmaydı elbet ama Yoongi bunu gerçekten duyguyla yapmıştı. Namjoon birazcık dengesini kaybetse de yine de ellerini Yoongi'nin belinde kenetlemeyi unutmamıştı. "Seni uyandırmak istemedim meleğim, sessiz bir veda ve hissiz bir veda öpücüğü en iyisiydi."
"Ben de bunu düşündüm Namjoon ama elden ne gelir ki? Gerçekten dayanamadım.." Namjoon Yoongi'nin bedenini serbest bıraktı ve Yoongi'nin de kollarını çekmesiyle bin kelimeden daha fazla şey anımsatan sarılmaları son buldu...
Namjoon kapıyı açtı ve tekerlekli valizini de kendisiyle beraber dışarıya yönlendirdi, yine de arkasını döndüğünde gözleri hâlâ Yoongi'deydi..
"İstersen seni bırakabilirim Namjoon.."
"Havaalanına kadar gelmemen en iyisi Yoongi, veda etmeyi zorlaştırmamalıyız."
"H-haklısın.. görüşürüz."
"Görüşürüz Yoongi." Namjoon siyah valiziyle uzaklaşmaya başlamıştı bile, Yoongi arkasından uzun bir süre bakakaldı ve kapıyı kapattı.. Kapıyı kapattığı an içeri gidemedi, bir adım bile atamadı. Bir süre sanki dünyası donmuş gibiydi. Kapıya sırtını yasladı ve öylece bekledi. Saniyelerce, dakikalarca.. sadece öyle bekledi. Yavaşça sırtı aşağı doğru kayıyordu, kaymasına izin verdi ve bedenini soğuk zeminle buluşturdu. Bitmiş miydi her şey şimdi, mutluluk bu kadar mıydı? Mutluluk sadece esmer bir oğlanın avuçlarında ve ulaşılması hep en zor olan mıydı? Cennetten birkaç elma çalmak mıydı mutluluk, yoksa her günahta bir bedel olduğu gibi bir de mutluluk olduğu asıl gerçek miydi? Beynini, kalbini, bedeninin her bir karışını saran soğuk düşünceler Yoongi'yi içten içe zaten öldürüyordu, bu yeni değildi.. Mutluluk Namjoon'da mıydı, Namjoon onunlayken mutlu muydu? Her şey o kadar karmaşıktı ki, ölmek için yıllardır gün kollayan Min Yoongi bir kereliğine tattığı mutluluk için ölümün kaderi olmadığı düşüncesine kapılıyordu. Dakikalar birbirini kovalıyordu ve Yoongi hâlâ soğuk zeminde oturuyordu. Nefes alamayacak kadar bunalmıştı ve gözyaşlarını tutamadı. Ağladı, haykırarak ağladı. Tüm geçmişine ve Tanrının ona karşı her bir tutumuna ağladı. Yıllardır yapamadığını yaptı ve ağladı.
Ağlarken bir de karar vermişti; savaşacaktı, kendi acısıyla, dakikalarla.. son kez savaşacaktı. Hayatında son bir gün vardı o da bugündü. Yoongi cebindeki telefonuna baktı, Namjoon çıkalı neredeyse yarım saati geçmişti.. onu aramaya ve mesaj atmaya çalıştı fakat telefonu elbette kapalıydı.
"Lanet olsun!" Yumruk yaptığı elini yere vurdu sertçe, hassas cildi yine onun canını yakıyordu ama bu sefer bu Yoongi'nin umrunda bile değildi. Ve yine ani bir kararla, Namjoon'un peşinden gitmeye karar verdi. Bugün ani kararlar günüydü sanki. Hemen ayağa kalktı ve ayakkabısını giyip anahtarlarını aldığı gibi dışarı fırladı.Arabasına bindiği an düşünebildiği tek şey şuydu, eğer Namjoon yarım saat önce çıktıysa büyük ihtimalle havaalanına varmasına çok az kalmıştı. Yoongi tam gaz yola koyuldu.
Yoongi bir yandan ağlıyordu da, başı dönüyordu ve ağlıyordu, bu durumda araba kullanmak bile zorken bir de hızlı olmaya çalışıyordu. Havaalanının olduğu bölgeye yaklaştığında birden bire bardaktan boşanırcasına bir yağmur bastırmıştı.. Yoongi burukça gülümsedi, "Eğer yağmur yağıyorsa Namjoon, beraber olacağız demektir."
Yoongi havaalanının önündeki park alanına arabayı düzensizce park etti ve iner inmez kendisine tutulan yağmurda koşturmaya başladı, dizlerinde derman, gözlerinde gözyaşı kalmamıştı ama o yine de koşturuyordu. Havaalanının giriş kapısına doğru olabildiğine koştu, sanki her bir saniye onun için hazine değerindeymişçesine..
Koştu, koştu ve koştu.
İşte, tam da o sırada kapıdan girmek üzere olan Namjoon'u ve onun siyah valizini gördü, kalan son gücüyle ona doğru bağırdı, "Namjoon!" Ve dizlerinin üzerine, ıslak zemine yığıldı. Yoongi'nin saçlarının her bir teline nüfuz eden yağmurda insanlar içeri doluşurken Namjoon onu duymuş ve arkasına bakmıştı. Yağmurda, yerde son gücüyle ıslanmakta olan sevdiği. Kendisinden hiç gidemediği ama gitmek zorunda kaldığı sevdiği.. Namjoon valizini bir an bile umursamadan olduğu yerde bıraktı ve Yoongi'ye doğru koştu, yanına yaklaştığında acıyacak olan dizlerini hiç de umursamadan kendini onun tam karşısına doğru attı adeta.. Yoongi hâlâ ağlıyordu, Namjoon ona sıkıca sarıldı. Bedenini kolları arasına kilitledi. Onu ilk defa bu denli ağlarken görüyordu ve ikisinin beraberliğini temsil eden o tapılası yağmurun da etkisiyle Namjoon iyice duygusallaşmıştı.. Yoongi hıçkırarak söyledi,
"O kadar korktum ki Namjoon.. o saniyeler, ah o saniyeler.. benden her saniye daha da uzaklaştığını hissettiğim o saniyeler. Bu şehirden gitmeni hiç istemiyormuşum ki ben Namjoon, tüm hayatım boyunca bugünü beklemişim sanki. Hele ki kalbim.. Kalbime geri dönebilmen içindi savaştığım o saniyeler.."
Namjoon zayıf bedeni çok daha sıkı sardı o bunları söylerken, bu güzel bedenin ruhunu kendi ruhu arasında sıkıca koruyacağına yemin etti.
"Kalbinden mi, ben oradan hiç gitmedim ki.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
euphoria. |namgi❀
Fiksi Penggemar"Ben gerçekten yarının olduğunu, ölümün ensesinde bir yaz meltemi gibi estiğini unutan acınası bir kelebektim."