Prolog

216 14 3
                                    

"Ne sanıyorsun ki, ne sanıyorsun?" diye bağırdım birden. Sesim boş evde yankılanırken bu tepkime kendim bile şaşırmıştım. Kime bağırıyordum? Sadece sinirliydim o anda. Ama bağırmak sadece pasif bir gözyaşından fazlası değildi.

Beklediğimden daha erken saatte kapı çalınca kanepeye oturdum. Sonra telaşla ne yaptığımı bilemediğimi fark edip ayağa kalktım ve kapıya ilerledim. Mercekten baktım, evet, beklediğim misafirdi. Derin bir nefes alıp kalbimin atışlarının kulaklarımdan silinmesini umarak kapıyı açtım. Karşımdaki tanıdık siması ve içten gülümsemesi ile Niall'dı. "Artık içeri girebilir miyim?" dediğinde yüzüne bakıp durduğumu henüz fark etmiştim. Kapının önünden çekilip yolu açtım.

Salona geçip ceketini çıkardı ve kanepenin hep oturduğu yerine oturdu. Kahve teklifimi sundum fakat geri çevirdi. "Buraya seni görmeye geldim. Lütfen otur ve biraz vakit geçirmemize izin ver." dedi. Oturdum. Vakit geçirmekten kastının ne olduğunu bilmiyordum açıkçası. Benim evimdeyken sadece film izler ya da uyurduk. Takım elbisesine bakılırsa film izleyecek kadar uzun kalmaya niyeti yoktu.

"Ee, nasılsın? Nasıl gidiyor hayat?" dedi sessizliği bölüp. "Gördüğün üzere," dedim elimle salonumu işaret ederek. "kendi kendimeyim." Ve sonra kendimle olan anlaşmamı bozup "Her zamanki gibi." dedim.

"Auri, biliyorum, bana kızgınsın. Nasıl hissettiğini biliyorum ama bana lütfen biraz anlayış göster. Şu an başımda bir sürü iş var."

"Ben sana zaten anlayış gösteriyorum. Sadece bu şekilde yaşamaktan çok yoruldum ve senin buna katkı sağlamış olman canımı çok sıkıyor."

Kaşlarını çatıp "Neyden bahsediyorsun?" dedi. Koltuğun tepesine koyduğu kolunu indirip parmaklarını birleştirdi. Müvekkil dinleme pozisyonundaydı, her ayrıntıyı almaya çalışacaktı. "Bugüne kadar beni tanıdığın onca sene neyle baş başaydık hep? Şimdi ben baş başayım. Biliyorum, olması gereken bu. Ama bunca zaman kendi zihnimin kontrolünü ancak sağlarken senin elini eteğini çekmiş olman beni pek iyi etkilemedi doğrusunu istersen."

"Elimi eteğimi çektiğimi kim söyledi?" dedi hayretle. "Yapmadığım veya ima dahi etmediğim şeyleri bana etiketlemeye bayılıyorsun. Sadece yoğun bir zamandan geçiyorum ve ne sana ne de başka birine vakit ayırabiliyorum. Bunu neden kişisel algılıyorsun? Bak, vakit bulduğum ilk an yanına geldim üstelik."

Başımı iki yana salladım. "Meselenin az görüşmek olduğunu sanıyorsun. Ben fakültedeyken haftalarca haberleşmediğimiz dahi oluyordu. Hatırla, o zamanlarda böyle bir şey söylemiş miydim?" Bu sefer o başını iki yana salladı. Hakimiyetimi giderek kaybediyordum, bedenim ısınıyordu hızla. "Bana beni zerre umursamıyor gibi davranıyorsun. Seninle konuşmaya çalıştığım her seferinde kelimelerim bana dönüyor. Ben bunu istemiyorum. Ben Niall'ı istiyorum."

"Nasıl böyle düşünürsün?" dedi yüzüne yansıyan hayal kırıklığıyla. "Sen bu dünyada tamamen sevdiğim tek insansın. Sadece yoğunum ve kendime ayıracak vaktim yok. Bu bir dönem, bittiğinde üzülmeni, üzülmemizi istemem."

Gözyaşlarımdan birkaç tanesi kaymaya başlamıştı. "Anlamıyorsun. Kendimi kaybetmek üzereyim. Etrafıma baktığımda tek görebildiğim kişi sensin ama artık sen de yoksun."

"Böyle konuşma. Ben her zaman buradayım. Ne olursa olsun buradayım. Özür dilerim, sana böyle hissettirmek asla istemedim. Umrumdasın. Gerçekten umrumdasın. Ama davaları halletmeye çalışırken kendime vakit ayırabilirsem onda da kendi kendime kafa dağıtıyorum. Hiçbir arkadaşımla görüşmüyorum uzun zamandır. Ben yani, düşünsene."

"Sana ulaşmaya çalıştığımda deftere yazı yazıyor gibiydim. Sağır dilsiz defterlerle aynı hissi verdin bana, anlıyor musun?"

"Ben seni anlıyorum ama sen beni anlamıyorsun."

"Haftalardır kafayı yiyorum. Günlerdir bütün randevuları iptal ediyorum ve evden çıkmıyorum. Ölü gibi hissediyorum."

"İşine dönmen kafanı dağıtman için en iyi yol."

"Boşversene, Niall. Bunların hiçbiri senin için bir şey ifade etmiyor, değil mi? Senin bir sürü arkadaşın var, senin kocaman bir sosyal hayatın var, seni seven onlarca insan var. Sen olsan da olmasan da kafayı yiyecek bir kadını neden hayatında isteyesin ki?"

"Aurora, böyle konuşma. Ben seni çok seviyorum. Bu söylediklerin hiçbir şeyi değiştirmiyor çünkü sen teksin benim için."

"Sözleri sevdiğimi biliyorsun, onlara ne kadar değer verdiğimi. Ama sözlerinle davranışların uyuşmıyorken benden sözleri sevmemi bekleyemezsin."

"Bana inanmıyor musun?"

"Yaptıkların beni çok yıpratıyor."

"Ama bana inanmıyorsun."

"Bu o anlama gelmiyor."

İnanılmak Niall için önemli bir şeydi. Evet, bir avukat için önemini tartışacak değilim ama onun için önemi mesleğinin ötesindeydi. İkimizin arasındaki şey gözü kapalı birbirimizi bulabileceğimiz bir güvenden kaynaklanıyordu. Onun benim haletiruhiyelerime, benimse onun bazı durumlarına "katlanma" durumu bugüne kadar sorunsuz ilerleyen birer makaraydı. Niall'ın yüzündeki hayal kırıklığı tekrar belirgindi.

"Ne istiyorsun?" dedi yutkunduktan sonra.

"İçimde kaybolmamanı, gömülmemeni."

"Bunun için ne yapmamı öneriyorsun?"

"Niall olmanı."

"Niall bir süre daha böyle olmak zorunda."

Ellerimle yüzümü örtüp derin nefesler almaya çalıştım. Kendi içimde onu kaybediyordum. Ona bunu anlatamıyordum. Bu olmasından en çok korktuğum şeylerdendi ama engelleyemiyordum.

"Auri, bencillik yapıyorsun şu an. Sana asla eskiye dönmeyeceğiz demiyorum ki."

Başımı kaldırıp ona baktım. "Boşver gitsin, Niall. İki türlü de her şey benim için daha kötüye gidecek." Başını iki yana salladı. "Biliyorum ki bu durum sonsuza kadar devam edecek."

Bu sefer ayağa kalktı ve "Kendi kendine şunu yapmaktan vazgeç artık. Kafanda kurduğun şeyleri bana yükleyemezsin." dedi. Ben de ayağa kalktım. "Bana o kadar suskunsun ki tüm konuşma ve düşünce balonların boş. Bu da doldurmama yol açıyor." dedim.

"Bir kere ya!" diye bağırdı birden. Niall'ın çok şeye bağırdığını duymuştum. Tuhaf oyunlarını oynarken heyecandan bağırırdı, baktığı davalarda aksilik olduğunda sinirle bağırırdı, şarkı söylerken neşeyle bağırırdı. Ama bana asla öfkeyle bağırmazdı. "Sadece bir kere kafanda ürettiğin şeylere inanma. Sadece bir kere konuştuklarımız dışında duruma yorum katma. Senin için bir bez bebek miyim? Kafanda kurduğun her şeyi aktarabileceğin bir evcilik oyunu mu senin dünyan? Yapma bunu bana Aurora! Bunu ikimize de yapma."

"Bu söylediklerin sonumuzun geldiğini değiştirmiyor."

Bir şey söylemek için derin bir nefes aldı ama söylemedi. İşaret parmağını kaldırıp bana doğru sallayacaktı ki durdu ve elini yumruk yapıp indirdi.

Tekrar derin bir nefes aldı ve bu sefer öfkeyle "Seni hangi şekilde olursa olsun sevmek, her şekilde kaybedilen bir oyun." dedi. Ceketini alıp evden ayrıldı.

***

Merhaba. Biraz acele gibi oldu ama önemli değil. Burada pek arkadaşım kalmadı. Aslında normalde de pek kalmadı, bu durumun yalnızlığından yorgunum biraz bu aralar. Kendi kendime konuşmaktan yoruldum ve sonra dedim ki sen yazabiliyorsun Sebla, boşver gitsin. Umarım bu sefer de "telif" (!) falan yemem.

Umarım her şey senin için iyidir bunu okuduğun an, her kimsen. Kelimelerime ulaşmayı tercih eden herkese söyleyebileceğim şey bu.

Hoşça kalın.

Seb

ArcadeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin