Bölüm3| Mor Aşk

86 15 3
                                    



Taehyung'un bakış açısı

Beni orada ,sana olan duygularımı itiraf ettikten sonra, üniversitenin bahçesinde yalnız başıma bıraktığından beri üç gün geçti... Üç koca gün... Düşüncelerimle baş başa yetmiş iki saat... Ne derslerime odaklanabiliyordum ne de bir sonuca ulaşabiliyordum. Seni tanıdıktan sonra artık kendimi tanıyamıyordum. Kendimle o kadar çok çelişkiye giriyordum ki bazen delirme noktasına gelip her şeyden vazgeçmek istiyordum. Senden vazgeçmek istiyordum.  Ama o kadar güzeldin ki bunu bir türlü başaramıyordum. Üç günün sonunda ne senden vazgeçebildim ne de bir sonuca varabildim. Ben ki tıp son sınıf öğrencisiydim, bir teşhis koymalı ve en etkili ilacı yazmalıydım kendime. Ancak neydi bu hastalığın adı, göğsümde yatan sızının sebebi? Daha adını bile bilemezken nasıl bulabilirdim çaresini? Sürekli kendimi sıkıştırıyor ve bir sınır koymaya çalışıyordum. Ancak hislerimi sonuca bağlayamıyor, adlandıramıyordum bir türlü. Zaten bu çabamdan kısa bir süre önce vazgeçmiş ve sana açmıştım her şeyi: kendimi, kendime açıklayamadığım duyguları. Sanki seni bekliyor gibiydi bedenim. Gözlerim hiç bu kadar istekle açılmamıştı bir sabaha, senin için saklamıştı kirpiklerinde biriktirdiği yıldızları. Kalbim hiç atmamıştı bu kadar hızlı, sanki sana yetişmek ister gibi. Zihnim hiç dolmamıştı bu kadar anıyla, sırf sana anlatmak için, beni öğren diye, seni de ben öğrenebileyim diye. Burnum hiç sızlamıştı duyamadığı koku için. Parmaklarım ilk kez uyuşmuştu bir tene dokunmak arzusuyla, ilk kez istemişti ellerim bir ten ne kadar yumuşak olabilir, öğrenmeyi. İlk kez atmıştı kalbim, bir erkek için.
Amfide seni ilk gördüğümde şaşırmıştım. Çünkü senin bizi bölümümüzde olmadığını biliyordum ve o an sadece gülmekle yetinmiştim. Sonra ise sık sık görür olmuştum seni, bizim bölüm sınıflarının yakınlarında. Sürekli göz göze geliyor ve nedense ikimizde bunu bekliyor gibi gözlerimizi birbirinden ayıramıyorduk. Zamanla alışır hale gelmiştim bu tesadüflere. Sana bakmasam bile gözlerini üzerimde hisseder hale gelmiştim. Rahatsız olmuyordum açıkçası. Bana ne zararın vardı sonuçta ne de yararın. Bu yüzden ses etmiyordum buna. Ancak bir gün dayanamamış ve yanına adımlamıştım, sen bankta yalnız başına otururken. Asla sorgulamamıştım seni. 'Neden?' diye sıkıştırmamıştım, sadece yeni tanışır gibi ancak sanki defalarca tanışmış gibi usulca sokulmuştum yanına. Ufak bir merhaba ile başlayan sohbetimiz benim yaklaşık bir saat sonraki dersime kadar devam etmişti. Her kelimemde yanakların yavaş yavaş kızarıyor, uzaktan benim gözlerime diktiğin gözlerini şimdi benden kaçırıyordun. Kirpiklerin yüzünü okşuyor, gamzelerin kendini bir gösterip bir kayboluyordu. Elmacık kemiklerin al al olmuş, kemikli parmaklarınla siyah saç tutamlarını geriye yatırıyordun. Yakışıklı ve... tatlıydın. Olması zor gibiydi ancak birbirine zıt iki kavramı kendinde taşıyabiliyordun. Seninle ilgili kendimce verdiğim bu sonuçla gözlerim anlık açılmış ve kalp çarpıntılarımın hızını fark etmemle tuhaf hissetmiştim. Alışkın olmadığım duygu öncelikli kalbimi ve beynimi sonrasında tüm bedenimi esir almıştı. Ellerim karıncalanıyor, başım hafif bir ağrının altında eziliyordu. Saatimi görüş alanıma sokmamla ders vaktimin geldiğini fark etmiş ve ufak bir özür ve görüşürüz ile ayrılmıştım yanından. O günün akşamı ve ertesi günün sabahına kadar düşünmüştüm vücudumun bu tuhaf ve gereksiz tepkisini. Ne olmuştu bana? Anlık bir şey diyerek boş mu vermeliydim, yoksa üzerinde saatlerce düşünüp kafa mı patlatmalıydım? En sonunda boş verememiş ve günlerce düşünüp durmuştum senin hakkında. Sürekli gözümün önüne geliyor ve kendimi sorgulamama neden oluyordun. Seninle tekrar görüşene kadar ve sana duygularımı itirafımla sona eren üç aylık yakın dostluğumuz boyunca düşünmüştüm. Düşünsem de bir şey elde edememiş ve uykusuz bir beden ve ağrıyan bir baş ile kalakalmıştım her gecenin sonunda. O günden sonra sen karşıma dikilince ise kalbimin üzerindeki baskı artmış, aynı düşünceler beynime hücum etmişti.
'Benden tiksiniyor muydu?'
'Beni bırakır mıydı?'
'Ya benden nefret ederse?'
'Belki bir daha bakmaz bile yüzüme.'
Günlerdir peşimi bırakmayan bu düşünceler yine zihnime dolmuştu ve bana katlanılamaz bir acı bahşediyordu. Dudaklarım titremeye başlamış, kendimi ağlamamak için kastığım bedenim bana ihanette karar kılmıştı. Boğazıma oturan yumruyu yok etmek için yutkunup yavaşça aralamıştım titreyen dudaklarımı. Ancak sen durdurmuştun beni yüzündeki buruk gülümsemeyle, ben konuşmaya başlayamadan...

'Senin için, üzgün olduğumda mutluymuş gibi davranabilirim. İncinmiş olduğumda, güçlüymüş gibi davranabilirim. Senin için iyi bir adam olmak istiyorum. Senin için dünyaları verdim ve her şeyi değiştireceğim...
Hissettiğim ne bilmiyorum, nedenini bilmiyorum. Kendimi bile tanımıyorum. Bu aşk mı? Aşk da nedir? Tüm bu aşklar sahte*. Biliyorum ki...seni çok fena seviyorum Taehyung..'

Gözlerinden yaşlar akarken, bir şarkı misali mırıldanırken bu sözleri bir hıçkırık ile sonlanmıştı ve hala akarken incilerin bakmıştın gözlerimin en derinine. Belki de en iyi açıklamaydı bu, aramızda olanlara. İçten, incitmeden ve yaşayacağımız zorlukları sözlerine gömerek anlatmıştın tek nefeste. Gerçekten her şeyi değiştirebilir miydin? Benim için katlanabilir miydin kin dolu gözlere, üzerimize atılan taş misali yalanlara, sözlere? Gözlerim artık pes ederek sana eşlik ederken yavaşça adımlamıştın bana doğru, yavaşça eğmiştim başımı aynı anda yere doğru...

'Neden ağlıyorsun?'

'Bilmiyorum.'

'Gülümse ve seni seviyorum de*'

'Seni seviyorum, Hoseok.'

'Seni seviyorum, Taehyung.'

*BTS-Fake Love

Beklenenin aksine ne öpüşmüştük ne de sarılmıştık birbirimize. Buruk tebessümler varken yüzlerimizde, öylece bakakalmıştık birbirimize.
Bakışlarımız anlatıyordu her şeyi. Gözlerimizin arasında kimsenin kıramayacağı bir şifre vardı. Duygularımız gözlerimizden taşıyor, inci tanesi olarak akıyordu yanaklarımıza doğru. İkimiz de birbirimize odaklanmıştık ancak milim kıpırdamıyorduk yerlerimizden. Elimi uzatmaya korkuyordum, sanki parmaklarım değse o güzel yüzüne, biri çıkacak ve onu alacaktı benden ya da anında biri belirecekti yanımızda, iğrentiyle bakacak ve bu yaptığınız midemi bulandırıyor, diyecek gibiydi. Hissettiklerimden utanıyordum, bunu bana hissettirenlerden utanıyordum. Sevdiğim adama dokunmamı engelleyen, karşımıza ahlak başlığı altında bu kalın duvarı ören toplumdan utanıyordum.
     Elimizdeki verilen şekeri yiyemeyen birer çocuk gibiydik. Birbirlerine delicesine aşık ama kavuşamayan o serçelerdik biz.
     İkimizi de aynı anda yerinden sıçratan aniden yağan yağmur ve çıkan gök gürültü sesiydi. Gök de bizimle birlikte ağlıyordu... Gözlerinin önündeki bu iki kavuşamayan aşığa fırsat yaratıyor gibiydi, 'Sevin birbirinizi, tutun ellerinizden, nefretle çürüyen bu topluma aşkınızla mor lavantalar dikin'  der gibiydi. En azından o anki gözleri yaşlı ben, bunları geçiriyordu içinden...

Purple Love| VhopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin