Hoseok'un bakış açısıKoskocaman bir papatya tarlası, ortasında iki özgür insan. Birbirine delicesine aşık iki genç oğlan. Beyazlar içerisinde göz kırpan bir lavanta buketi, hafif bir rüzgar ve ılık bir mayıs günü. Huzurun tanımı tam olarak karşımda şimdi. Kimse tanımlayamaz bir duyguyu ancak en iyi tanımı gösterebilir insan. İşte der. İşte huzur benim için tam olarak sensin ve senin bana hissettirdiklerin. Omzum ve boynum arasına gömdüğün başın, göğsüme dağılan kestane kahvesi saçların ve boynuma çarpan ılık nefesin. Benim için huzur bu ve hayatımda ilk defa bu kadar huzurluyum.
'Telefonun çalıyor Hoseok.'
Keyfimin ortasında bölünmesinin verdiği sinirle homurdanıyorum ve sen de yavaşça ayrılıyorsun yerinden. Yattığımız yerden dik bir konuma gelip sırtımızı arkamızdaki akasya ağacına yaslıyoruz.
Telefonu cebimden çıkarırken gözlerim hala üzerinde. Rüzgarın taşıyıp getirdiği akasya ağacının çiçekleri, saç tutamlarının arasına girmiş, esmer teninde oluşturduğu tezatlıkla parıldıyorlardı sanki. Dudaklarım yumuşakça gerilmiş, saçlarının arasına ufak bir öpücük kondurmaktan alıkoyamamıştım kendimi. Telefonumda yazan şeyi görmemle ise her şey kül olmuştu sanki. Tek bir parmak şıklatmasıyla ellerimin arasından kayıp gitmiş, geriye bir avuç dolusu kül kalmıştı. Ekranda yazan şey, sadece bir noktaydı. Onu bu şekilde kaydetmiştim. Çünkü o; tüm hayallerime son noktayı koymuş, bir hevesle yazmaya başladığım cümlelerimi yarıda kesmişti. O, bunu hak ediyordu, daha fazlasını değil.'Alo. Baba?'
Konuşmaya başlamamla soluğun kesilmiş ve başını elime yaklaştırarak kulak kesilmiştin gelecek olan hakaretlere.
'NERDESİN?!'
Çok sinirliydi. Daha önce şahit olduklarım gibi değil, adete kudurmuş gibiydi.
'NERDESİN DİYORUM OROSPU ÇOCUĞU CEVAP VER!'
Tanrım, cidden delirmiş olmalıydı. Onu ilk defa anneme karşı küfrederken duyuyordum. O bizi bıraktıktan sonra tek bir defa olsun dahi onun ismine leke sürmeye kalkışmamıştı. Annem... Onun sevgili karısı... Tanrım, bu duruma kadar düşecek ne olmuş olabilir?
'Kütüphanedeyim baba.'
'YALAN SÖYLEME BANA! NERDE NE YAPTIĞINI ÇOK İYİ BİLİYORUM! KENDİNİ SİKTİRMEYE MERAKLIYSAN BU KADAR UĞRAŞMANA GEREK YOKTU. BUNU BİRAZDAN BENİM YAPACAĞIMA EMİN OLABİLİRSİN. SENİ ÖLDÜRECEĞİM DUYDUN MU? KAN KUSANA KADAR DÖVECEĞİM SENİ!!!'
Dıt dıt dııt...
Yüzüme kapanan telefonla öylece kalakalmış, korkudan titreyen ellerim hala tutmaya devam ediyordu telefonu. Soluklarım boğazıma dizilmiş, ne yapacağımı şaşırmıştım. Öğrenmişti. Belki de en kötü şekilde, en iğrenç yerlere çarptırılarak öğrenmişti. Ne yapacaktım? Tanrım cidden buraya geliyordu. Taehyung...
'Taehyung kaç!'
'N-ne diyorsun? Ne kaçması Hoseok?'
'Taehyung yalvarırım gidebildiğin yere kadar git, uzaklaş buradan. O buraya geliyor. Sana zarar vermesine dayanamam. Lütfen git.'
'O-olmaz! Seni burada bırakamam Hoseok!'
'Ben geleceğim yanına. Söz veriyorum.'
'Hoseok...'
'Güzel sevgilim... Lütfen.'
Batmaya başlayan güneşe doğru son hız sürdün motosikletini. Sen gittin, ardından polisler geldi. Sen gidince buz kesti hava, kayboldu huzurum ve o indi bir polis aracından yüzünden taşan nefretiyle. Ne kadar da iğrenti doluydu gözleri. Elleri sımsıkı yumruk olmuş yüzümde patlamaya hazırdı. Arkasından takip eden polisler engel olmasaydı, devamının olacağına emindim.