Hoseok'un bakış açısı...Günüm; attığın mesaj ile renklenmiş, anlam kazanmıştı doğan güneş. Beni annenle tanıştırman ve aldığımız o güzel tepkinin üzerinden beş gün geçmişti. Fazla dikkat çekmemek için aralıklarla buluşuyor, her ne kadar yeterli olmasa da kısa zaman içinde birbirimize olan sevgimizi göstermeye çalışıyorduk. Attığın mesaj artık buluşmamız gerektiğinin bir göstergesiydi. 'Özledim.'
Oturmakta olduğum sıkıcı kahvaltı masasından hızla kalkmam büyük bir ses çıkarmış ve gün başladığından beri üzerime değmeyen bakışlar beni bulmuştu. Elindeki gazetesinden başını kaldırmış; yarı sinirli yarı sorgular gözler üzerime kilitlenmiş, bir açıklama bekliyor gibiydi. Elimdeki telefonu hızla kapatmış, üzerimi düzeltmiş ve doksan derece eğilmiştim babamın karşısında. Hafifçe boğazımı temizlemiş ve her defasında kullandığım yalanın dudaklarımdan çıkmasına izin vermiştim.
'Ben doydum. Müsaadenizle ders çalışmaya kütüphaneye gideceğim. Size afiyet olsun.'
Hala eğilirken hızla sıraladığım
cümlelerimden sonra aynı hızla çıkmak istemiştim mutfaktan. Amacım ona söz hakkı tanımadan derhal terk edebilmekti boğucu ortamı ancak nefret ettiğim ses kulaklarıma dolunca hareket eden bacaklarım hızını kesmiş, yüzümü onun yüzüne çevirmek zorunda kalmıştım. Aç bıraktığı geceler aklımdan silinmeyen yüzüne...''Dur orda. Sürekli dışarı çıkman gözüme batmaya başladı. Yine mi o 'arkadaşınla' buluşacaksın?''
'İzin verirseniz eğer, evet.'
'Evet. Ne?'
'Evet, baba.'
O ismimi; kendi ağzına almaya layık görmez iken benim, her cümlemden sonra ona baba deme zorunluluğunda bırakılmam derime binlerce dikenin batırılma hissini veriyordu. En başta çok acıtıyordu lakin bir zamandan sonra alışır hale geldi bedenim. Ufak bir sızı, bir kaşınma hissi... Sadece, parmaklarımdan akan kanın görüntüsü biraz rahatsız edici...
'Ders çalışmana laf söylemiyorum. Önceden evde çalışırdın, bu kütüphane işi nerden çıktı anlamlandıramıyorum.'
'Bu sene son sınıf olduğum için derslerime normalden daha fazla ağırlık vermeye çalışıyorum, baba. Aynı zamanda da inşaat şirketlerini araştırıp bilgi edinmeye çalışıyorum. Şimdiden bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyorum.'
'Asıl amacını asla unutma. Zaten bu son senenden sonra gözümün önünden ayırmayacağım seni. Benim için yaşıyorsun, beni paraya boğduktan sonra siktir olup gidebilirsin. Ne yaptığın umrumda değil ancak kulağıma iyi şeyler gelmiyor, bilesin.'
'İsteğinizi aynen yerine getireceğime emin olabilirsiniz, baba.'
'Aferin. Şimdi git nereye gidiyorsan.'
Hah. Ona paraya boğacakmışım. Gözünün önünden ayrılmayacakmışım. Bu adam kendini ne sanıyor? Gerçekten onun dediklerimi yapacağımı düşünüyorsa... Bu cidden komik. Sonunda kütüphaneye ulaştığımda, içeri girmeyip binanın kenarında oluşan, herkesin bilmediği boşluktan geçip, ara sokağa adımladım. Biraz ilerleyip köşeyi dönmemle kendi kendime konuşmam sona ermişti. Gördüğüm görüntüyle ağzım ilk önce şokla açılmış sonra kahkahalarıma ev sahipliği yapmıştı.
Benim güzel sevgilim; altında mor motosikleti, başında aynı tonlarda kaskı ve elinde tuttuğu taze lavanta buketiyle beni bekliyordu.'Bu da nedir? Nerden çıktı bu?'
'Seni ufak bir gezintiye çıkaracağım.'
'Öyle mi? Peki nereye gideceğiz?'
'Özgür olabileceğimiz bir yere...'
Özgürlük... Kulağa ne kadar güzel geliyor, değil mi? İnsanoğlu geçmişten günümüze, her zaman özgür olabileceği bir yer aramıştır. Bulamadığında ise kendi özgürlüğünü kendi yaratmıştır. Ölmeyi; tutsak tutulmaya tercih etmiş, zincirlere bağlanmaktansa kellesinin cellat tarafından uçurulmasını seçmiştir.
Şimdiyse biz altımızda ufak mor motosikletimiz, saçlarımız dalgalanırken Mayıs melteminde, kendi özgürlüğümüzü yaratmaya gidiyorduk.