NEFES BİR: Bu Şehir, Sen ve Ben ve Bana Ait Olan Her Şey (belki Hiçbir Şey) ve Biz Bu Şehire Aitiz.
İçimizi yiyip duran, tükettikçe tüketen bir şey var, bir kurt. Öyle hissediyorum. Çoğu gece içimdeki o kurdun açtığı boşluğa gözlerimi dikip sabahı sabah ediyorum. Silik düşünceler başımdan aşağı dökülüyor, bir deniz oluşturuyor içimdeki koca boşlukta, kendi boşluğumda, karanlık denizimde boğuluyorum uzun geceler boyu ve tüm gündüzlerimi kendimi aslında ölmediğime inandırmaya çalışarak harcıyorum. Uyku ben boğulurken sızıyor olmalı benliğime ama belki de boğulduğum için uyuyabiliyorumdur, kim bilebilir?
Gitmediğin şehirlerin kokusunu tanıyamazsın. Mesela kendi şehrimin biraz deniz tuzu, biraz balık, biraz da toprak koktuğunu biliyorum, şehrimin kokusunu tanıyorum, burada önemli olan konu ise tanımak ve bilmenin farklı şeyler olması, örneğin ben bazılarından Paris'in sidik gibi koktuğunu duydum, ama bu meşhur koku ne kadar ağırdır, o kokuyu solumak nasıldır hiç tatmadım, tanımanın o içselliğinden tamamen uzağım, o içsellikten doğan aşinalığa sağırım, aşinalığın neden olduğu tatlı telaşa, aşinalıktan doğan huzur ve rahatlığa da. Kokusunu almadığım o şehir bana tamamen yabancı. Onu tanımıyorum. Eğer bir gün bu şehirden çekip gidersem, başarabilirsem gitmeyi eğer, bu şehri düşünmeyi bırak, bu şehrin adını duyduğumda zihnime anılarımdan önce şehrimin kokusu dolar, tanımak budur. Bilmekse, bilmektir yalnızca. Bundandır birbirine benzeyen beton yığınları arasında ama sırf başka şehirdesin diye kendini öyle küçük ve kaybolmuş hissetmen, kokusu başkadır yeni şehirin, ve alışmak zaman ister. O şehirlere tamamen yabancıyım. O şehirler beni tanımıyor.
Alışmak tanımanın ilk adımıdır, anılar, tecrübeler, duygular bir olur tanımayı doğurur. Tanımak bağımlılıktır da biraz, yokluğunda ararsın ya bir şeyleri, artık onu ne kadar istemesen de, öyle işte. Bir şeyi çok fazla tanıyınca sen gibi olmayı bırak sen olur, senden olur, sende ondan olursun, tanıdığın şeyle birbirinize karışır ve yeni sizler olursunuz, oysa hiç değişmemişsin gibi olur tanımak bir şehiri, bir kalemi, bir kediyi ya da bir insanı. Şimdi kendime soruyorum da, bir gün bu şehirden gitmeyi başarırsam, artık kokuma işleyen bu şehri ciğerlerim bir gün özlediğinde pişmanlık duyar mıyım? Gitme hevesimin bittiği o gün, bulunduğumuz şehirden dolayı bambaşka kokan insanların arasında, içindeki insanlarla kokusu yoğrulmuş o şehirde yalnızlık içinde pişman olur muyum?
Ben tüm o tanımadığım şehirlere yabancıyım, şehirler kendisi gibi kokmayan insanları kabul eder mi? Çünkü şehirin kokusunun özü aslında biraz da içindekilerin kokusudur.
Tanımak böyledir işte, tanımak sendendir, bilmekten biraz öte. Bilmekse, bilmektir yalnızca, hislerin yoktur içinde, tanımak senin gerçekliğine karışmışken, artık sana aitken, konu bilmek olunca sen onun gerçekliğine uyarsın, sen bildiğin şeye sahip olduğunu zannedersin sadece...
Sabah saat altı, alarmı ilk çalışında duyuyor ve kapatıyorum. Biraz daha kalmak istiyorum yatağımda ama beş dakikadan fazla kalamam.
Kötü ya da iyi koktuğunu söyleyemem şehrimin ya da sadece alışmışımdır bu kokuya ne bileyim, şuradan daha iyi kokuyor da diyemem, çünkü şu yaşıma kadar başka bir şehrin kokusunu almış değilim, ihtiyacım olan her şey var çünkü bu şehirde, çok büyük sayılmasa bile şehrimiz, içinde yaşamak için muhtaç olduğun her şey var, hatta lüksler bile, büyük mağazaların şubeleri bile var, sadece anlatmaya çalışıyorum, kocaman kitapçılar, hani şu en yenilerin bile kısa zamanda bulunabildiği, harika sufle yapan ya da gençlerle dolup taşan yaşam dolu, yalızca dinlenmek ve kendinizle baş başa kalabileceğiniz sakin kafelerle dolu sokaklar, balık kekleri yapan sokak satıcıları, geleneksel yemekler yapan restoranlar, fastfood zincirlerinin iki katlı şubeleri, çok iyi kahve dükkanları da var, mesela ben o güzel kahve dükkanlarından birinde çalışıyorum.
Kalkınca ilk iş mutfağa gidip ocağa su koyuyorum, ardından banyoya yüzümü yıkamaya gidiyorum. Gözlerimin altındaki o huysuz renk vücudumun bana, bu uyku bize yetmedi deme şekli ama elimden bir başkası gelmiyor. Ocaktaki su kaynayınca Sehun'un en sevdiği çaydan yapıyorum, dün geceden yaptığım çorbayı ısıtıyorum, kahvaltıyı zamanında hazırlayabilmek için biraz acele etmeliyim, her zaman olduğu gibi.
Bir sürü şey var şehrimizde, çok şey var, ben ve burada yaşayan diğer insanların ulaşmak için başka şehire gitmek zorunda olduğu hiçbir ihtiyaç malzemesi yok. Ama şehrimizde sanki bir şeyler eksikmiş gibi geliyor bana, adımı bildiğim günden beri, annemin yüzünü başkalarının yüzünden ayırmaya başladığım günden beri, en başından beri... Bir eksiklik var, bence, bir şey eksik olmalı, ben daha doğmadan bitmiş ve yerine yenisi gelmemiş bir şey olmalı. Olmak zorunda, yoksa hissettiğim bu boşluğa sebep olan, arayıp durduğum ancak bir türlü bulamadığım, elimden aramaktan ve beklemekten başka bir şeyin gelmediği bu şey ne? Adını bile bilmediğim, ama hayatımda kocaman bir boşluk yaratan bu şey ne? Olup olmadığını bile kesin bir şekilde bilmediğim ama ömrümü onu bulmak uğruna feda edebileceğim şey ne?
Altı yirmi sekizde Sehun lise formasını giyinmiş, uykusundan yeni kalktığından hala şiş olan gözleriyle mutfak kapısında bitiyor. "Aşkım," diyor yavaşça masaya yaklaşırken, saatte olan bakışlarımı çoktan yakaladı, "şu sürekli saate bakma hastalığını artık yensen diyorum."
Burada değilse, burada hiç olmamışsa, ben onu hiç görmemiş, bilmemiş, tanımamışsam neden ihtiyaç duyuyor, neden bilmediğim bir şeyi arıyorum, bir zamanlar burada olmuş, beni kendine bağlamışsa onu neden hatırlamıyor, eğer buradaysa onu neden bulamıyorum?
Aradığım şey hemen bana gelsin veya aradığım şeyi hemen bulayım isterken günlerin, ayların ve geriye her ne kadar zamanım kalmışsa onların hepsinin büyük bir hızla elimden kayıp gitmesine engel olamıyorum, yeni sabahların doğmasına karşı koyamıyorum. İşte bu his dakikalara verdiğim önemin sebebi. Akıp gidiyor zamanım elimden. Çoktan yirmi bir yaşına gelmiş bir lise mezunuyum şimdi, her şeye rağmen kaybedecek çok şeyi olan biriyim ama aslına bakarsak bunlardan hiçbiri bana ait sayılmaz. Elimde bir tek yaş haneme yazılmış sayılar var ve onlar arttıkça sevinmek bir yana kederden öleceğim tutuyor çünkü zaten yeni bir yaş almak ölüme yaklaşmaktan başka bir şey düşündürtmüyor bana. Hem insan bu devirde kendine ait olmayan şeyleri kaybetmekten bile korkuyor. Bu devirde zaten insanın içine sine sine ve göğsünü gere gere "Bu benim!" diyebileceği bir şeyler kaldı mı ki? Her şeyin kıymetini tükettik
Masanın kenarına dokunup sonrasında bana doğru yürüyor. Benden uzun olan boyundan dolayı biraz eğilip başını sırtıma yaslıyor. Derin bir nefes bırakıyor, o da en az benim kadar yorgun. "Abi," deyip susuyor, devam etmesi için bir şey yapmadan onun kolları arasında dinleniyorum, varlığı öyle büyük bir hediye ki bana, "annemi uyandırmadıysan uyandırabilirim..."
Eskiden sesi dahi gülümserdi annemizin, artık konuşmuyor bile. Yine canım acıyor.
Sözünü bitirmesine izin vermeden konuşuyorum. "Ben uyandırmaya giderim, sen hemen kahvaltına başla."
Hala belini bükmüş sırtıma dayanıyor, kardeşler çok çabuk büyüyor, biz büyük çocuklardan daha çok uzuyor.
"Abi?"
"Söyle."
"İyi ki varsın, biliyorsun değil mi?"
Başımı sallayıp, boynumu ona yaslanacak şekilde arkaya yatırıyorum. "Okul uzak, bak geç kalacaksın sonra." Tüm varlığımı Sehun'a bağlanıyor o an milyonuncu kez, uçasım geliyor sevinçten, çıplak ayaklarımız mutfağın zeminindeki soğuk fayanslarda üşürken, birbirimize yaslanmış, birbirimize sığınmış, birbirimizden başkasına sahip olmadığımızın bilincinde birbirimizin varlığında dinleniyoruz, her şeye rağmen, hayatın verdiği tüm o ağırlıklara rağmen kalbim küçük kardeşim sayesinde kanatlanıyor. Kalbim kanatlanıyor ve o an her şeyin ne kadar zor olduğunun bir önemi kalmıyor, kendimi dünyanın en güçlü insanı gibi hissediyorum. O an orada her şeyi başka bir renkle görmeye başlıyor ve Sehun'u kurtarmadan, tamamen güvende olmasını sağlamadan, onu tüm benliğimle sevdiğimi göstermeden yıkılmayacağımı anlıyorum. Ben onun için varım. Bunu tüm açıklığıyla görüyorum.
Yemeyeceğini bilsem de annemi çağırmak üzere odasına giderken Sehun'a doğru fısıldıyorum, duymasa da.
"Aileler böyle yapar. Aileler böyle yapar benim canparçam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ateş böceği mezarlığı "suchen
Fanfiction@exoficfest için yazılmıştır. TRENSİZLİĞİMİ YUTUYOR HER DEFASINDA BOMBOŞ KALAN BİR GAR İş yerinde tanışmalar, okul, depresyon, garip alışkanlıklar, hep bol gelen kazaklar, ama sıkan iç çamaşırları, fedakarlık, kalamama ancak gidememe sorunsalı, temb...