nefes iki

55 11 3
                                    

NEFES İKİ: Sen, Ben, Biz, Çok Çeşit Kahve, ve Hiç Dinmeyen Kış Rüzgarları

Az, uz, çok, buz...

Havalar soğudu artık, kalın kazaklar giymeli ve boynunu ceketinin içine doğru çekmelisin şehrin denizden gelen sert rüzgarlarından korunmak için. Adımlarını hızlı tutmalı, sağa, sola, hala göç etmemiş birkaç kuşa bakmak için oyalanmamalısın. Evi havalandırmak için pencereleri yedi dakikadan fazla açamazsın, dükkanın kapısını her zaman kapalı tutmalı ve içerisinin yeterince sıcak olduğundan emin olmalısın. Kış kapıda ve zaten kimsenin de fazladan sabrı yok bu hayatta, gelen herkesin kalbini hoş tutmalısın. Boğulmak üzereler. İnsanlar boğulmak üzere. Gördüğün tüm o insanlar, kurulukla suçladığın kalabalıklar ve kınadığın tüm o insanlar hepsi boğulmak üzere.

Eğer bir kişiye biraz olsun nefes alacak alan verebilirsem şu kahve dükkanında, birkaç derin ve huzurlu nefes almasını sağlayabilirsem bu bana yaşayacak umudu verir ya da yaşamak için gerekli olan umudumu korumamı sağlayabilir de denebilir. Benim hayalim insanlara güzel hisler verebilmek tıpkı karanlık bir gecedeki küçük bir ateş böceği gibi. Olmak istediğim şey bu. Küçük bir ateş böceği olmak istiyorum. Çünkü etraf ne kadar karanlık olursa olsun, az çok demeden, aheste aheste uçmaya ve parlamaya devam ediyor. Küçük bir güneş gibi, bir yanıp bir sönen bir dilek gibi, bir ateş böceği olmak istiyorum çünkü gözlerimi sanki bir yanılsamaymışçasına, bir serapmışçasına var olan o büyüleyici narin varlıktan ayıramıyorum, bir büyüye kapılmışçasına karanlık gecede onu takip ediyorum tüm o uykusuz geceler boyu, sanki uzun zamandır kocaman çöllerde aradığım vahaymış gibi. İstiyorum ki, en azından bir çift göz benim o varlığı izlediğim gibi bir hayranlıkla beni izlesin, gülümseyerek.

Dükkana her sabah yedide geliyorum. Dükkanı açma işi benim, buradaki tek tam zamanlı çalışan benim, bir de yarı zamanlı çalışan Baekhyun var, dershaneden arta kalan zamanlarında burada bana yardım ediyor, Sehun'dan bir yaş büyük. Geçen sene bir talihsizlik yüzünden dersleri aksadığı için bu sene sınava tekrar hazırlanıyor, dershanenin taksitlerine katkıda bulunmak için burada çalışıyor. Masalara kahveleri götürürken bahar ayından uçmayı yeni öğrenmiş bir mavi dağ kuşu gibi göz alıcı görünüyor, her zaman sevimli gülümsemesini yüzünde taşıyor, ne kadar ağır olursa olsun, ve kibar cümleler kuruyor, yüzündeki gülümseme büyüyüp gözleri kısılınca insanda ağlama isteği uyandıran bu çocuk parıldıyormuş gibi geliyor bana, çoğu zaman kendi hüznünün değişik tonlarına boyanmış olsa da, bazen ağrıyan bacağı yüzünden adımları aksasa da yüzündeki gülüşü bozmuyor, yalnızca eğdiği başını kaldırıp bana bakıyor, yalnız olmadığını hissetmek istercesine, orada olduğumu belirtircesine gülümsüyorum o zamanlar, tuttuğu nefesini bırakıyor ben gülümseyince, başını sallayıp, devam ediyor yaşama doğru akmaya, kendi derin sularına karışmak için binlerce yıldır yılmadan akıp duran bir nehir gibi.

Bazı geceler dükkanı kapattıktan sonra kahve makinesinin içindeki kahveler bayatlayıp ziyan olmasın diye ikişer üçer fincan kahve içerken ağlıyoruz, o geceler genelde benim başımın çok ağrıdığı ya da onun bacağının sorun çıkardığı günlerin geceleri oluyor. O an ikimiz de zırıl zırıl ağlarken benim yirmi bir, onun da on dokuz yaşında kocaman delikanlılar olmamız, erkek olmamız hiç umrumuzda olmuyor. Tüm ışıklar kapalı, kapıların hepsi kilitliyken, her zaman gülümseyerek servis yaptığımız siyah mermer tezgahın altında yerde karşımızdaki kahve bardakları ile dolu dolaba bakarken ağlıyoruz, birbirimizin yüzüne dönmeye cesaret edemeyerek ama birbirimizden saklanmayarak. Bazı geceler ben, bazı geceler o elini uzatıp tezgahın üzerinden mendil kutusunu alıyoruz ve tam ortamıza koyuyoruz, sonuçta burası bir iş yeri ve sümüklerimizi oraya buraya akıtamayız. Ağladığımız o geceleri kahve içerek uykusuz geçirmemize neden olup, kendimizi sonsuz bir acının içinde hapsolmuş gibi hissettiriyoruz. Bazı geceler susuyoruz, bazı geceler ağlayarak gülüyor, bazen de daha çok ağlayarak konuşuyoruz, o zamanlar Baekhyun ezberlediği şiirlerden satırlar okuyor bazen, bazen şarkı söylüyor, bazen sorular soruyor. Her seferinde yanında oturmuş, tutunacak son dalım buymuş gibi onu dinliyorum, arada mendil alıp ona uzatararak.

Bay Jang, ben ve Baekhyun burayı çekip çeviriyoruz. Evimizmiş gibi. Burayı seviyoruz çünkü. Burası bizim için birkaç nefeslik alan açıyor.

Dükkanın kepenklerini sabah soğuğundan sızlayan ellerim zorlanarak açıp içeri geçiyorum. Kızarmış ellerimi birbirine sürtüp, sıcak nefesimi üflüyorum. Gidip direk ısıtıcıyı açıyorum, kapıyı biraz temiz hava için açık bırakıyorum içim yanarak. Üzerimi değiştirip, kahve öğütüyorum ilk müşterilerimiz gelene kadar. Emekliler, şirket çalışanları, memurlar, esnaflar, üniversiteliler, liseliler, kadınlar, erkekler, buluşmaya gelen çiftler... Hepsini güzelce selamlıyorum ve elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum.

Liseliler gelip kahve alırken elimi çabuk tutmaya çalışıyorum, kahvelerini alır almaz koşar adımlarla okula yetişmeye çalışıyorlar, Sehun'un harçlığının ona yetip yetmediğini düşünüyorum, bu beni endişelendiyor o an, boğazım sıkılıyor gibi oluyorum, onun bir şeyler için endişelenmesini istemiyorum, bir şeylerden eksik kalmasın, eksik hissettiği için bir şeylerden fedakarlık etmesin istiyorum ve harçlığını arttırmaya karar veriyorum.

Kaybolup giden onca his arasında yine kaybolmuş bir şekilde akıp gidiyorum, bazen zaman benim için kayboluyor, bazen de ben zamanın içinde. Saatler alıp veremediği varmış gibi hızla geçiyor. Akıp duruyorum, elime ne geçtiyse bu uğurda harcıyorum, minik bir dere gibi akabilmek için, bir denizi bırak bir göle bile varamayacak olsam bile akmak ve akmak istiyorum, gelecekte anlatılan tüm o masalların bir tanesi bile gerçekleşmeyecek olsa dahi akmaktan vezgeçmeyecek, küçücük bir dere olarak kalacaksam da değdiğim her yere umut ve yaşam götürecek berrak bir dere olacağım.



ateş böceği mezarlığı "suchenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin