crazy little thing called love

852 125 96
                                    

5 Ocak 2003

Pencerelere vuran yağmur damlaları camları titretiyordu. Aziraphale uyandığında hâlâ canı yansa da çok daha iyi görünüyordu, en azından fiziksel olarak. Davranışlarındaki farklılığı gözden kaçırmak için aptal olmak gerekirdi. Her zaman mutluluk ve sinir bozucu bir nezaketle dolu sesi şimdi daha kısık, daha yorgun çıkıyordu. Anathema'ya çokça teşekkür ettikten sonra etrafı batırdıkları için özür diledi. Bu süreçte aklı başına biraz olsun gelmiş olan Crowley neyse ki bir mucizeyle mahvolmuş evi toparladı ve gece boyu ayrılmadığı gibi yine Aziraphale'in başından ayrılmadan onunla birlikte evden çıktı. Meleğe durup biraz daha dinlenmesini söyleseler de o bunu inatla istemiyordu.

“Ah, siktir. Araba..” Crowley kapının önüne çıktıklarında avucuyla alnına vurdu. Gece saçma bir şekilde uçarak gelmişti buraya ve Bentley, Soho'da kalmıştı. Aziraphale ise onun bu şaşkınlığına ufak bir tebessümle karşılık vermiş, otobüsü kullanmayı önermişti. Crowley onun bu hâlde insanların arasına karışmasına razı değil fakat kanlar içindeki giysileri halletmek için küçük bir mucize kullandıktan sonra kopmuş kanatlarını da Newt'in verdiği ceketin altına gizlemişlerdi neyse ki. Daha sonra ikili, yağmur yüzünden biraz ıslansalar da çabucak Londra'ya giden bir otobüse bindiler. Crowley, Aziraphale'e her şeyi sormayı istiyor ama bir yandan da meleği rahatsız etmek istemiyordu. İki kişilik koltuklarda oturdukları sırada, Aziraphale pencerenin ardındaki ağaçları seyrederken daha fazla dayanamayarak sordu iblis:
“Bu kimin işiydi? Tanrı'nın mı? Eğer öyleyse, herhangi bir şey şahidim olsun ki...-”
“Hayır, Crowley. Hayır, o değildi. Hem Tanrı'ya ne yapmayı planlıyordun ki tam olarak?” Aziraphale şimdi iblise dönmüş, insanların onları duymaması için fısıldıyordu. Crowley'nin alnı kırıştı, cümleye başlarken sonunu düşünmediği belli oluyordu. “Ne bileyim işte,” dedi. “Yukarı'yı ateşe falan verir, sadık ayak işçilerini öldürürdüm.”

“Yüce Tanrım! Neler söylediğinin farkında mısın sen, Crowley? Böyle bir şeyi yapamazsın.” Aniden sesi yükselen melek, bunun farkına vardığında cümlesinin sonuna doğru fısıldamaya geri dönmüştü. “Hem bunu yapan o değildi, hayır canım. Bu..” duraksadı, korkuyor gibi görünüyordu. “Eğer söylersem bir problem çıkarmayacaksın, değil mi?”

“Aaa,” Crowley düşünüyormuş gibi anlamsız sesler çıkarırken kaşlarını çattı. “Kesinlikle çıkaracağım.”
“Olmaz, o hâlde söylemeyeceğim.”
“Bu durumda onların hepsini öldürmem gerekecek.”
“Tanrı aşkına, Crowley! Saçmalıyorsun, öyle bir şey yapmayacaksın yoksa..-”
“Yoksa ne?” Crowley fısıldarken tek kaşını kaldırdı.
“Yoksa...” Melek bir süreliğine duraksadı ve daha sonra her zaman işine yarayan taktiğini denedi. “Yoksa seninle bir daha konuşmam.”
“Ooh,” dedi, Crowley gözlüklerinin ardındaki gözlerini kısarak. “Dayanamazsın.”

“Michael.” İç çekerek itiraf etti, Aziraphale. “O ve birkaç alt kademe haricinde kimsenin haberi olduğunu sanmıyorum. Gabriel asla böyle bir hukuksuzluğa izin vermezdi.. Sanırım. Her neyse, Sonsuz Ateş'in üzerimde işe yaramadığını düşününce kanatlarıma gözlerini dikmişler anlaşılan. Her tüyü.. teker teker..” Aziraphale burada duraksamaya başlamıştı, sanki o anları tekrar yaşıyormuş gibi gözleri acıyla doldu. “Ve yavaş yavaş.. kopardı.”

Crowley sorduğuna pişman hissediyordu. Önceki gece hissettiği tüm o acı geri dönmüştü. Bilinçsizce meleğin elini tuttu. “Bunu onun yanına bırakmayacağım, Melek.” Sesi, nazik hareketlerinin aksine kin doluydu, yalnızca 'Melek' derken yumuşamıştı. Aziraphale'in gözleri kucağındaki elleri bulduğunda bir süre boş boş baktı. İnce ve yorgun sesiyle mırıldandı yeniden. “Seni öldürürler, bile bile ölüme gitmene izin veremem.”
“Umurumda değil,” dedi Crowley. Aziraphale ise bu cevapla kaşlarını çatarak bakışlarını yeniden iblise çevirmişti. “Benim umurumda,” derken neredeyse çaresizlikle doluydu sesi. “Lütfen, Crowley. Önemli bir mesele değil, kanatlarımı kullandığım söylenemezdi zaten.”

Aziraphale, iblise ölmesini istemediğini söylemek istiyor ama bunu bir türlü açık açık dile getiremiyordu. Bu konuyu geride bırakıp birlikte yeni açtıkları sayfada kalmaya devam etmek istiyordu. Crowley ile mutlu olmayı ve Michael'ı aklından tamamen çıkarmayı diliyordu. En sonunda Crowley pes etmişlikle başını eğdi. “Pekâlâ,” dedi, bıkkınca. “Öyleyse öldürmem, süründürürüm.”
“Crowley!”

9 Ocak 2003

Tadfield'dan döndüklerinden beri Aziraphale her ne kadar iyi olduğunu söyleyip dursa da iblis onu dinlemiyor ve sürekli peşinde dolanıyordu. “Hayır,” diyordu, melek. “Ama Fransız krebi yersem olabilir.”
Crowley son bir saattir onu şu aspirin dedikleri şeyi içmeye ikna etmeye çalışıyordu. Aziraphale ise günlerdir peşinden ayrılmayan iblisten kaçacak yer arıyordu. Bu yeni fikir sayesinde ise Crowley, sırf birkaç krep için Paris'e gitmeyi düşünmeye başlamıştı. Bu Aziraphale'in rahat bir nefes alıp kitaplarına gömülmesi için iyi bir fırsattı, ama iblis öyle düşünmüyordu. Eğer onun yanından ayrılırsa meleğin başına bir şey gelebilir düşüncesi peşini bırakmıyordu. Yine de onun istekleri önce gelirdi, bu şekilde iki gündür kaldığı dükkanı aceleyle terk etti ve en kısa sürede gidip gelmek üzere Fransa'ya doğru yola çıktı.

21 Ocak 2003

Aziraphale artık çok daha iyiydi. Yaraları iyileşmişti ve kırık kanatlarını yeniden ardında gizleyebiliyordu. Uzun bir süre yakasına yapışan Crowley de normale dönmüş gibiydi. Hâlâ kitapçıdan ayrılmamakta ısrarcıydı, ama Aziraphale bunu sorun etmiyordu. İblis kendi apartmanındaki oyunlarını, özenle baktığı bitkilerini tamamen unutmuştu sanki. Sonunda bir öğleden sonra, Aziraphale iblisin yıllardır beklediği teklifi yaptı:
“Buraya taşınabilirsin,” dedi, yumuşak bir sesle. “Eğer istersen.”

Bu teklifin üzerine Crowley çabucak evine dönmüştü. Aziraphale bu duruma şaşırdı, çünkü iblisin onunla kalmak istediğini düşünüyordu. Doğru da düşünüyordu, çünkü birkaç dakika içinde siyah Bentley yeniden kapının önünde belirmişti. Crowley, arabadan çıkardığı büyük saksılarıyla birlikte içeri daldı. “Onlar da gelebilir, değil mi?” Sesindeki hevesi fark eden Aziraphale güldü ve onaylarcasına başını salladı. Crowley'nin evinde çocukları olduğunu bilmiyordu.
“Dükkana güzel bir hava katacaklar.”

×××

Geçtiğimiz bölüm biri Gabriel'a sövmüştü, ama yanlış tahmin. Sorry. :d

Ayrıca bölümlerde kullandığım tarihlere dikkat etmiyor olabilirsiniz ama çoğu benim için özel olan tarihler, 31 Aralık'ın doğum günüm olması gibi. :d Kısacası, bazı bölümler bazı kişilere ithaf olacak.

Ve bu bölümü de Melis'e ithaf ediyorum.

good old-fashioned lover boy | good omensHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin