tears in heaven

903 122 55
                                    

1 Ocak 2003

Cadı Agnes Çatlak'ın devam etmekte olan kehanetleri tıkır tıkır işliyordu. İblis Crowley, bu kehanetlere sahip olsaydı şu andan itibaren olacakları bilebilirdi ancak yine de olaylara müdahele edemezdi. Kaldı ki, bu kehanetlere artık kimsenin erişimi de yoktu.

Bir melek ve bir iblis, Dünya'nın zirvesindeymiş gibi hissettiren devasa dönme dolabın en tepesindeydiler. Parlak havai fişekler sönüp Londra'yı yeniden karanlık avucuna aldığı sırada, yepyeni bir ışık parladı. Buz mavisini andıran bu tuhaf ışık tam da Aziraphale'in üzerine düşüyordu. Bunun nereden geldiğini bir süreliğine algılayamayan Crowley şaşkınca olanları izledi. Işığın içinde kalan Aziraphale ise onunla aynı şaşkınlığı paylaşıyordu, gerçi Cennet'ten geldiğini anlamıştı ancak nedenini çözemiyordu.
“Siz misiniz, Efendimiz?” Sesi endişeliydi, üstelik sorusuna bir cevap da gelmemişti. Yukarıya doğru çekildiğini hissederken panikledi, bir anda neden onu aldıklarını anlamıyordu. Olanlardan sonra Cennet'e dönmeyi istemiyor, Başmeleklerin onu yeniden bir cezayla yargılamalarından endişeleniyordu. Korkuyla büyüyen gözleri Crowley'i buldu ve elini ona uzatırken incelen sesiyle yardım dilendi. “C-Crowley..”
Aziraphale'in bedeni soluklaşarak yukarıya doğru yükselmeye başladığında, iblis uykudan uyanmış gibi sıçradı ve Aziraphale'in kendisine uzattığı elini yakalamaya çabaladı. Kemikli eli, ince parmakları bulduğu anda onları sarmaya çalıştı fakat Aziraphale tıpkı bir hayalet gibi, soluklaşarak yok oldu. Crowley'nin eli ise havada asılı kaldı.

“Melek?! Aziraphale!”
Crowley şaşkınlıkla karışmış acı içinde seslendi. Hiçbir ses yoktu. Işık kaybolmuş, Aziraphale'i de beraberinde götürmüştü. İblis ne yapacağını şaşırmış hâlde bir oraya, bir buraya bakınıyordu. İçinde sıkışıp kaldığı dönme dolaba lanet etti, buradan hemen çıkmalı ve Aziraphale'i bulmalıydı. Bunun için Cennet'e zorla girmesi gerekse bile girecekti.

3 Ocak 2003

Günler geçmiş, Crowley hâlâ Aziraphale'den haber alamamıştı. Ona ulaşmak için birçok şeyi denemiş, fakat bir sonuca ulaşamamıştı. İlk işi tabii ki Cennet'e girmeye çalışmak olmuştu, ama orada epey sinir bozucu elemanlar var gibi görünüyordu. Kutsal suyla tehdit edildiğinde ise pes ederek Dünya'ya dönmüştü. Sonuçta ölürse Aziraphale'e hiçbir faydası dokunmazdı, değil mi?
Ardından Cehennem'e gitmişti. Beelzebub Efendi'yle konuşmak istemişti, bunun için gerekirse onlara yalvarırdı bile ama anlaşılan hâlâ ondan korkuyorlardı. Hastur onu gördüğünde çığlıklar atarak kaçmıştı. (Muhtemelen onu küvette kutsal su içinde keyif çatarken gördükten sonra, daha öncesinde su püskürtecindeki suyun gerçekten kutsal su olabileceğini ve onun sandığının aksine Crowley'nin cidden blöf yapmadığını düşünmüş olmalıydı. “O piç kesinlikle kafayı sıyırmış,” diyordu muhtemelen diğerlerine. “Beni gerçekten öldürebilirdi, fakat ben onu durdurdum. Hah, elbette. Cehennem Dükü'nün yanında o da kimmiş?”)
Sonuçta buradan da bir şey çıkmamıştı. Crowley, artık ergenliğe girdiğini tahmin ettiği Deccal'e bile başvurmayı düşünmüştü ama bunun zaman kaybından başka hiçbir şey olmadığında karar kıldı. Çocuk artık insan olmuştu, güçleri yoktu.

Her gün Aziraphale'in sahafına gidiyor, hatta daha doğrusu orada kalıyordu. Her an geri döneceği umuduyla tüm gün onu bekliyordu. Ara sıra müşteriler kapıyı tıklıyor, Crowley ise camın ardından onlara küfürler ederek kovuyordu. “Siktirin gidin buradan, kapalıyız görmüyor musunuz? Lanet herifler.”
Sık sık Aziraphale'in çalışma masasındaki lambayı yakıp masaya oturuyor, meleğin aldığı notları okuyup duruyordu. Bazı kitapların sayfalarında çok ilginç notlar yer alıyordu. 'Bu bilgi tamamen yanlış. Jean Claude de İhtilal sırasında katledilen isimlerdendi. Bu kısmen benim suçum', 'Tarifteki keke ekstra lezzet katmak için birkaç damla limon sık' ya da 'Bunu Crowley'nin üstünde dene' gibi şeyler. Özellikle sonuncusu ilgisini çekmişti iblisin; notta sözü edilen şey Pavlov Deneyi adında ilginç bir psikolojik yöntemdi. “Hah, bu şey bana işlemezdi bir kere.” Crowley kendi kendine mırıldandığı sırada burukça gülümsedi. Aziraphale'i özlemişti.

5 Ocak 2003

Rüzgarlı bir geceydi. Londra'nın sokaklarında sert rüzgarlar yüksek sesle uğulduyor, huzurla uyuyan şehirlilerin camdan gelen tıkırtılarla uyanmasına neden oluyordu. Eski sahafın ön tarafında, rengi solmuş bir koltukta oturan Crowley elindeki şişeye bakındı. Bu da bitmişti. Aziraphale'in değerli şaraplarından biraz aşırmıştı, melek burada olmadığından ona kızamazdı nasılsa. (Elbette Aziraphale'e hediye ettiği şaraba dokunmamıştı.) Çoktan birkaç şişenin dibini gördüğünden, kör kütük sarhoş olmuştu. İçiyor, ağlıyor, küfürler ediyordu. “Aptal melek.. Nereye -hıck- kayboldun? Piçler.. Geri getirin..hıck.. Meleğimi geri getirin...”
Daha önce Aziraphale'i kaybettiğini sandığı bir sefer olmuştu. O zaman bu Crowley için bir yıkım olmuştu olmasına, fakat nasılsa bildiğimiz evrenin sonu geliyor gibi görünüyordu. Acı verici olsa da, zaten onu her şekilde kaybedeceğini zannediyordu. Oysa şimdi, tam da refaha erdiklerini düşündüğü zamanda onu yeniden kaybetmesi çok daha büyük bir yıkım olmuştu.

Beklenmedik bir anda dükkanın ortasına yıldırım gibi düşen ışıkla birlikte bir gürültü koptu. Crowley de anlık korkuyla elindeki şişeyi düşürerek yeni bir şangırtı oluşturdu. Etraf kapkaranlıktı, bu yüzden kaybolan ışığın ardında bıraktığı cismi göremiyordu iblis. Tam ortada, solgunca parıldayan beyaz bir şey olduğunu görüyor olsa da şeklini seçemiyordu. Başını öne uzatıp sarı gözlerini kısarak bakındı bir süre daha. O şey kıpırdadığında ise merakla seslendi: “Aziraphale?”

Bir inilti duyuldu beyaz cisimden. Acı dolu, kesik iniltiler giderek artıyordu. Crowley nefes alamadığını hissederek ayağa fırladı. Beş gün olmuştu, tamı tamına beş gündür bu anı bekliyordu. Gerçi tam olarak beklediği bu sayılmazdı, ama sonuçta o buradaydı işte. Aziraphale dönmüştü. Yalpalayan adımlarla meleğe yaklaştı. Şimdi her şey biraz daha netleşmeye başlamıştı. Melek yerde iki büklüm yatıyordu, terden sırılsıklam olmuştu. Yüzü acıyla kasılmıştı. Üzerindeki beyaz takımın onu son gördüğünde giydiği takımla aynı olması gerekirdi, ama hayır bu daha farklı görünüyordu. Sırt bölgesindeki iki dikey yırtıkta ve daha birçok yerinde koyu kırmızı lekeler vardı. Yırtıkların arasından uzanması gereken kanatları şimdi küçücük görünüyordu. Birkaç uzun kanat tüyü dışında orada hiçbir şey kalmamıştı. Beyaz tüyler, kanla birlikte allaşmış ve hâlâ aralıklarından kan sızdırmaya devam ediyorlardı. O koca kanatların yerinde yeller eserken, zemine damlayan kanlarla gerçeğin farkına vardı; birileri Aziraphale'in kanatlarını koparmıştı.

×××

Ben: Çok üzgünüm böyle olduğu için
İç sesim: EVET DRAMIN DİBİNE VUR, AĞLAYALIM, ZIRLAYALIM

Ayrıca, Hastur'la ilgili kısmı bir fan teorisinden ilham alarak yazdım. Sahiden öyle bir farkındalık anı olduğunu görseydik keşke, çok komik olurdu. öcldksnjsks

good old-fashioned lover boy | good omensHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin