Bölüm 4- Biri Şu Yer Çekimini Yerine Koysun!

35 1 1
                                    

Acı.  Acı artık bedenimdeki hükümdarlığını kaybetmişti. Ne kadardır  sürükleniyordum. Kaç saat olmuştu? Bacaklarım uyuşmuştu. Bileklerimden sonrasını  ise zaten hissetmiyordum. Ağaç kökleri, ailesinden koparak çürümeye  terk edilmiş ve kurumuş dal parçaları, irili ufaklı taşlar vücudumun  altında ezilmeye isyan ederek savaş açmıştı.

Kuvvetli  bir rüzgar ormandaki bütün ağaçları şiddetli selamıyla silkeledi.  Yerdeki tozlar, ağaçlardaki polenler şahlanarak havaya karıştılar.  Gözlerim büyüdü. Lanet olsun! En son yabaninin teki tarafından elim  kolum bağlandığı için şalım boynumda değildi. Bu benim için başka bir  kabusun başlaması demekti. Sivri iğneler sanki hava moleküllerinin içine  gizlenmiş ve beni öldürmeye yemin etmişlerdi. Boğazım polenlerin bu  acımasız saldırısıyla aniden tepki verdi. Öksürdüm. Boğazımdaki batma  hissi geçmek bir yana, daha da artmıştı. Bir nefes alıp kuvvetlice  yeniden öksürdüm. Ama bu hiçbir işe yaramıyor, oradaki  batma hissini daha da körüklüyordu. Su. Su içmem gerekliydi. Ağzımdaki  bant öksürüklerimi boğazımda geri patlatırken öksürük krizine tutuldum.  Kendimi durduramıyordum. Vücudumdaki sıcaklık hızla başıma yükseldi.  Krizin arasında nefes almaya çalıştım. Tanrım, az önce olmamıştı ama  şimdi su bulamazsam kesin ölecektim. Aniden durduk. Kollarım boşluğa  salınırken hızla başımı yere çarptım. Acı kafamın içinde patlarken  gözlerimi sıkıca kapattım. Birden başımın arkasında toplanan ikinci bir  acıyla başım yerden yukarıya kaldırıldı. Ağzımdaki bant yarı açıldı.  Yabancı elinde tuttuğu siyah matarayı dudaklarıma yaklaştırdı ve buğulu  sesiyle tısladı.

"İç."

İçmek istemiyordum yüzümü buruşturdum.  Fakat yaşaran gözlerim boğazımdaki tıkanıklığa çare olmuyordu. İçmek zorundaydım.

"İç şu lanet suyu!" 

Çenesi  gerildi. Daha fazla beklemeyerek saçlarımdan tuttuğu elini çekti. Başım  tekrar zemine düştü. Elini çeneme koyup dudaklarımı araladı. Suyu  ağzıma boşalttı. Su gırtlağıma doğru kontrolsüzce akarken boğulmamak  için suyu ağzımdan dışarıya tükürmeye çakıştım. Öksürdüm. Tekrar ve  tekrar. Boğulmamam için suyu çekip tekrar başımı kaldırdı. Fazla suyu  yuttum. Nefesimi kontrol altında tutmaya çalıştım.

"Benden ne istiyorsun?" Kelimeler ağzımdan dökülmeyi başarabilmişlerdi.

Gözleri ışık hızı kadar kısa bir sürede parıldadı. Güler gibi bir ses çıkardı. 

"Seni."

Ne?

Bant  tekrar ağzıma kapandı. Olacak şey belliydi. Muhtemelen uygun bulduğu  bir yerde tecavüze uğrayacak sonrada öldürülecektim ve bunu bilip hiçbir  şey yapamıyordum. Gözlerim yaşardı. Sürüklendiğim toprağın bedenime  yaptığı hırçın saldırılara teslim oldum. Aniden büyük bir bembeyaz bir  flaş patladı. Birbirine giren sesler karmaşaya dönüştü. Işıkla gelen  kaos etrafımı sarıp bilincimi ele geçirdi.

Gözümü  açtığımda bana oldukça yabancı gelen, gri duvarlarla çevrili, tavanı  bir hayli yüksek bir odada yatıyordum. Tavandaki onlarca ışık titreyerek  kaydılar. Tekrar karanlığa gömüldüm. Tanrım göz kapaklarım o kadar  ağırdı ki onları açık tutmakta güçlük çekiyordum. Çok uzun bir mağaranın  diğer ucundan yankılanıyormuş gibi gelen konuşma sesleri duydum. Bana  ne olmuştu böyle? Kalkmaya çalıştım. Vücudum kontrol mekanizmamın  verdiği emire karşı gelerek kımıldamadı bile. 

Konuşmalar  gittikçe yaklaşırken bu dilin, daha önce hiç bilmediğim, duymadığım  hatta dünyadan bile olmadığına yemin edebileceğim bir dil olduğunu fark  ettim. Gırtlak seslerine hakimdi. Ayrıca ses tonları, ah, öylesine  rahatsız ediciydi ki sanki kulaklarımın içine dikenler sokuyorlardı.  Beynim hızla bunun ne olabileceği senaryolarını kurmaya başladı. En son  manyağın teki tarafından elim kolum bağlı kaçırılıyordum. O anın  görüntüleri zihnimde canlanırken ürkek nefesim içimde bir yerlere kaçtı.  Bana ne yapıyorlar? 

SpatyumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin