Bölüm 2-"Bunu yapabilen evrende tek bir taş vardır derler."

63 3 0
                                    

Gözlerimi yola dikmiş bir yerlere yetişmeye çalışan insan selini izliyordum. Newyork'un kalabalık caddelerinde hareketlilik her daim mevcuttu. Her saat kalabalık ve telaş üretmek için bahaneleri olan bir şehirdi burası. Bu haliyle bana İstanbulu hatırlatsa da orası kadar karışık değildi.

Aklıma varlığını bile unuttuğum telefonum geldi. Yan koltukta duran çantama elimi daldırıp derinlerde kaybolmuş telefonumu çıkardım. Harika kapalıydı. Kim bilir kaç kere aramışlardı. Telefonu açtım. Açılış müziği geçti. Ana ekran açıldı. 'Okunmamış mesaj bildirimi' iç geçirdim. Parmağım bildirimin üstüne giderken bir bildirim daha geldi. Ardından bir tane daha. 22. İnci bildirimde dudağımı çiğnemekten kanatmak üzereydim. Telefon daha fazla dayanamadı ve donup kaldı.

"Hadi ama! O kadar para veriyorum donmanın sırası mı!" Sinirle söylendim.

O sırada Gelen aramayla telefon parmaklarımın arasında titredi.

Gelen arama  Mayi.

Zihnimde aniden şimşekler çaktı.

Siktir! Hayır, bunu unutmuş olamam! Lanet olsun, lanet olsun!

Ben unuttuğum şeyin şokuyla ekrana kitlenmiş bakarken arama bitti. İkinci kez gelen aramayla tekrar çalmaya başladı. Yutkunarak telefonu açtım.

"Tanrı aşkına, lütfen öldüğünü söyle, çünkü eğer öyle değilse buraya geldiğinde öyle olacağına yemin edebilirim!" Cümlesi bittiğinde neredeyse bağırıyordu. "Neredesin Lina?"

"Mayi..." sesim mırıltıdan farksız çıktı.

"Umarım mantıklı bir mazeretin vardır?"

Onu daha önce hiç bu kadar sinirli görmüş müydüm? Hayır sanırım bu ilkti. Sonuna kadar haklı! Zihnim kollarını birleştirerek homurdandı.

"Ben, şey..."

Kargalar evimi bastı da bir de bir tanesi orta çağdan fırlama haberci bir kese bırakıp gizemli bir mektup, bir adet  kolye ve not bıraktılar. Aman canım ne olacak ki abartılacak bir şey değil!

"Sen ne?" Telefonun ucundaki ses sabırsızca mazeretimi bekliyordu.

"Uyuya kaldım."

Uyuya mı kaldım? Bilinç altım beynimin içinde çığlık attı.

"Uyuya mı kaldın!" Telefonun ucundaki ses de çığlık attı.

Yutkundum. Aptalsın Lina. Aptal!

"Yani dün gece biraz rahatsızlanınca  sabaha kadar uyuyamadım. Bu yüzden uyuya kalmışım."

Derin bir iç çekiş duyuldu.

"Şimdi nasılsın?"

"Daha iyiyim." İç çekişimle ona katıldım.  "On dakikaya gelmiş olacağım."

"Bekliyorum. Dikkatli ol."

"Tamam."

Telefonu kapattım. Tanrım, beni öldürse onu kim suçlayabilirdi ki? Sonuna kadar haklıydı. Bugün BBC international dergiyi İngiltere'de yayınlamak için bizimle bir görüşme yapacaktı. Ve derginin ben sözcü olarak bunu unutmuştum. Kendime olan öfkem vücudumda dile gelmeye başladı. Bedenimin sağ tarafında ateş başıma vurmuşken sol tarafım komple bir buz kütlesinin içinde donmuştu sanki. Avuçlarımın içi deli gibi kaşınıyordu. Camı açıp temiz havayı içime çektim. Sakin ol Lina. Arabayı havaya uçurmak istemiyordum. En azından içindeyken değil...

Kendimi sakinleştirme telkinlerimle geçen 10 dakika sonra ofise gelmiştim arabayı yol kenarlarındaki park alanına bırakıp koşar adımlarla yolun karşısına geçtim ve eski amerikan tipli tuğla binadan içeriye girdim. Kendimi asansöre attım ve ofisin olduğu kata çıktım.

SpatyumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin