4

5.5K 296 106
                                    

Akşamüstü, arabamız geciktiği için yaya olarak dönüyoruz. Bu tabii, daha iyi. Zaten çiftlik uzak bir yerde değil... Teyzem, kendi yaşında iki komşusuyla arkadan geliyor. Biz, nihayet biraz canlanmaya karar veren Müjgân'la kol kola hayli önden yürüyoruz. Yolun bir yanında yıkık duvarlar, çitlerle çevrilmiş bahçeler, öte yanında o büyük ümitsizliğe benzeyen yelkensiz ve dumansız deniz var.

Bahçelerde vakitsiz bir sonbahar başlamış, duvarları, çitleri saran yeşillikler kurumuş, tek tuk çiçekleri toz içinde sararıp buruşmuş. Seyrek fasıllarla birbirinden ayrılan cılız gürgenlerin ince, titrek gölgeleriyle beraber yolun tozları üzerine kuru yapraklar dökülüyor.

Yalnız, ta uzaklarda, kendi haline bırakılmış bahçenin derinlerinde birtakım kırmızı benekler seçiliyor. Bunlar böğürtlendir ve muhakkak ki Allah onları çalıkuşları gagalasın diye yaratmıştır.

Bu sebepten, ümitsiz denizi bırakıyorum ve Müjgân'ın kolundan tutup böğürtlenlere doğru sürüklemeye başlıyorum.

Arkadakiler kaplumbağa adımlarıyla bizi geçip aşağı köşenin başına varıncaya kadar biz, seksen defa işimizi bitiririz.

Fakat Müjgân Abla insanı sabırsızlıktan çıldırtacak kadar mızmız. Tarlanın ortasında yürürken iskarpinin topuğu burkuluyor, kuru ekin saplarının ayaklarına batmasından korkuyor, iki karışlık bir hendekten atlamak lâzım geldiği zaman tereddüt ediyor.

Bir aralık bir köpeğin hücumuna uğradık. Müjgân'ın el çantasına sığacak büyüklükte bir köpek.

Ablam, bunu görünce kaçmaya, imdat istemeye kalkıştı.

Nihayet, böğürtlenlerden de korkuyordu. "Hastalanacaksın...Miden bozulacak" diye yemişleri elimden kapmak istiyordu. Ara sıra hafifçe boğuşuyorduk.

Böğürtlenler eziliyor, yüzüme yapışıyor, benim geniş yakalarıma iki sırma çapa işlenmiş beyaz maren bluzumu lekeler içinde bırakıyordu.

Aradakiler bize yetişinceye kadar biz işimizi bitiririz demiştim ama, ben Müjgân ve böğürtlenlerle devamlı halde çalışırken onlar yolun alt başını bulmuşlardı. Galiba bizi merak ettikleri için köşeyi dönüyorlar, arkaya bakıyorlardı. Yanlarında bir erkek vardı.

Müjgân, "Kim acaba?" dedi.

-Kim olacak, bir yolcu, yahut bir köylü.

-Zannetmiyorum.

Doğrusu aranırsa onu ben de pek zannetmiyordum. Akşamın alacakaranlığı ve yol kenarındaki büyük ağaçların gölgeleri arasında pek iyi seçilmemekle beraber başka türlü bir insan olduğu görülüyordu.

Biraz sonra bu erkek bize el salladı, sonra onlardan ayrılarak bize doğru yürüdü.

Şaşırmıştık. Müjgân:

-Çok tuhaf! Herhalde bir bildik olacak, dedi ve biraz sonra heyecanla ilave etti:

-Feride, bu Kâmran'a benziyor. Sakın...

-İmkânı yok. Ne işi var burada, dedim.

-O, vallahi, ta kendisi.

Müjgân koşmaya başladı. Ben, bilâkis yürüyüşümü daha ağırlaştırmıştım. Soluğumun tıkandığını, dizlerimin kesildiğini hissediyordum.

Yolun kenarında durdum. Ayağımı büyük bir taşın üzerine koyarak eğildim, iskarpinlerimin bağını çözdüm; sonra ağır ağır yeniden bağlamaya başladım.

Yüz yüze geldiğimiz zaman ben, sakin ve biraz da alaycıydım:

-Hayret, dedim. Siz buralarda... Bu kadar uzun yolculuğu nasıl göze aldınız?

ÇalıkuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin