Beşinci Kısım
KÂMRAN, seninle yol arkadaşlığı etmek işkence billahi, iki saatten beri belki yüz şey sordum. "Evet" yahut "Hayır"dan başka cevap alamadım. Kendine gel, oğlum.
Kâmran, bozuk yollarda sarsılan arabanın köşesinde akşam rüzgârına karşı pardösüsünün yakasını kaldırmış, dalgın dalgın Marmara'yı seyrediyordu. Gözlerini zorla denizden ayırarak gülümsedi:
-İki saatte, iki yüz suale, iki yüz cevap az değil zannederim, enişte, velev "evet", "hayır" gibi kısa cevaplar olsun.
-İyi ama oğlum, sen o cevapları da düşünerek vermiyorsun ki... Makine gibi söylüyorsun.
-Güzel tedavi ve tebdilihava usulü, enişte... Beni, boş yere düşündürüp yormak için bir kastınız olmalı.
-Hayır nankör, hakikaten sana yaranmak kabil olmuyor... Seni gerçi düşündürmek istiyorum, fakat maksadım yormak değil, öteki şeyi düşünmene mani olmak.
Mamafih, artık ümidimi kesiyorum. Seni canlandırmak kabil değil. Mesela, üç gün evvel bir düğün bahanesiyle seni köye götürdüm. Çeşit çeşit insanlar gördün; davul, zurna dinledin; köçek, pehlivan seyrettin; ben, kendi payıma müthiş eğlendim; fakat sen eğlenmedin, inkâr etme, göz ve izan var.
-Size anlatmak kabil değil enişte, benim yaradılışım başka türlü.
-Yok oğlum, sen kendini fena bıraktın. Bak, ben altmışıma giriyorum, günden güne daha gençleşiyorum.
-Ayşe Teyzem duymasın.
-Duysa da umurumda değil. Buraya ilk gelişimde ben, daha ihtiyar görünmüyor muydum? Kâmran güldü
-Ben, Tekirdağ'a geleli on sene oldu. Hâlâ aklımdadır. Yine böyle bir ağustos günüydü.
Aziz Bey ellerini birbirine vurdu:
-Etme, Allah aşkına, seneler amma çabuk geçiyor! Hakkın var ya. Bugün sade dört yaşına yakın çocuğun var, dört beş sene kadar da Feridecikle nişanlı kalmıştın. Ah Kâmran, şu Feride'ye nasıl kıydığını hâlâ aklıma sığdıramıyorum. Çalıkuşu'nun bülbül gibi sesini, gül yüzünü hatırladıkça hâlâ yüreğim sızlar. Aradan on sene geçti, hâlâ benim evin arkasındaki arka bahçeye bakmaya yüreğim tahammül etmez. Hani, ölsem, gitsem seni affetmeyeceğim Kâmran.
-Enişte, tebdilihava için memleketinize davet edilmiş bir hastaya böyle söylenir mi?
-Evet, ama senin derdinin bununla alakası yok ki. Sevdiğin bir kadınla evlendin, bir sene bile tamamıyla mesut olamadın. Münevver yatağa düştü, üç senelik hayatını hastabakıcılığıyla geçirdin. Adada, İsviçre'de ve daha bilmem nerelerde hastanı tedaviye çalıştın. Kadere ne denir? Geçen kış karın vefat etti. Sana bir düşkünlüktür ârız oldu. Bir türlü kendini toplayamadın. Hâlâ hasta gibisin. Bunun Feride ile ne alakası var? Sen başka birisini seviyordun.
Kâmran, yine o acı gülümsemesiyle cevap verdi:
-Enişte, kimse bana inanmıyor, siz de, tabii inanmayacaksınız, garip göreceksiniz. Hayatımın bazı sergüzeştleri, hatta epeyce heyecanlı sergüzeştleri oldu. Fakat sizi temin ederim ki, ben dünyada hiçbir şeyi, hiçbir insanı Feride kadar sevmedim.
Aziz Bey, dişleri arasından mırıldandı:
-Yaman sevda, yaman aşk!..
-Söyledim ya, enişte, inanmıyorsunuz. Zaten kimse inanmıyor. Müjgân, senelerden beri bana dargın. Feride sözünü ağzıma aldırmıyor; kaşlarını çatarak: "Yok, Kâmran, ondan bahsetmeye hakkın yok!" diyor. Annem öyle, teyzem öyle, herkes öyle. Burada Feride'den bahsedebileceğim yalnız Nermin var. Nermin, bugün on yedi yaşında. Feride buraya geldiği vakit yedi yaşındaydı, hayal meyal aklında kalmış. Feride'yi: "Beni salıncakta sallayan kırmızı entarili ablam" diye hatırlıyor. Öyle günlerim oluyor ki, Nermin'e entarili ablasından bahsettirmek için lisanımın bütün kuvvetini sarf ediyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çalıkuşu
General Fiction"Dördüncü sınıftayım. Yaşım on iki kadar olmalıydı. Fransızca muallimimiz Sör Aleksi bir gün bize yazı vazifesi vermişti. "Hayattaki ilk hatıralarınızı yazmaya çalışın. Bakalım neler bulacaksınız? Sizin için güzel bir hayat temrini olur" demişti. Hi...