8

4.3K 242 67
                                    

Ertesi gün mektubumu elimle postaya verdikten sonra, doğru Maarif Nezareti'ne gittim, arkamda Gülmisal Kalfa'nın bol çarşafı, yüzümde onun kalın peçesi vardı. Böyle yapmaya mecburdum. Çünkü, hem sokakta kendimi kimseye tanıtmamak lâzımdı hem de Maarif Nezareti'nin, açık gezen kadın hocalara pek ehemmiyet vermediğini işitmiştim.

Nezaret kapısını buluncaya kadar cesur ve neşeliydim, işlerimin gayet kolay biteceğini umuyordum. Bir hademe beni Nazır'ın yanına götürecek, o da diplomamı görür görmez; "Hoş geldin hanım kızım. Biz de senin gibileri bekliyorduk" diye beni, Anadolu'nun en yeşil bir memleketine tayin ediverecekti. Fakat, kapıdan girince hava birdenbire değişti; beni bir heyecan, bir korku aldı.

Girintili, çıkıntılı sofalar, binanın alt başından üst başına kadar acayip merdivenler, bu sofalarda, bu merdivenlerde bir alay insan. Kimseye bir şey sormaya cesaret edemiyor, şaşkın şaşkın etrafıma bakınıyordum.

Sağımda, yüksek bir kapının üzerinde "Makam-ı Nezaret" diye bir tabela gözüme ilişti. Herhalde Nazır'ın odası orada olacaktı. Kapının önünde, parlak marokenden kıvrım kıvrım somya telleri fışkırmış bir köhne koltukla kolları yaldızlı kerli ferli bir hademe oturuyordu. Öyle bir edası vardı ki, insan "Acaba Nazır Paşa, yahut Bey bu mu?" diye şüpheye düşse yeriydi.

Korka korka yanına yaklaştım:

-Nazır Bey yahut Paşa'yı görmek istiyorum, dedim. Hademe parmaklarını tükürükleyim kumral palabıyıklarının ucunu kıvırarak, şahane bir bakışla beni süzdü, ağır ağır:

-Ne yapacaksınız Nazır Bey'i? dedi.

             

-Hocalık isteyeceğim, dedim.

O, bıyıklarının ucunun ne şekil aldığını görebilmek için dudaklarını büzüp cevap verdi:

-Böyle şey için Nazır Bey rahatsız edilmez. Git, dairesine söyle. Usulü dairesinde muamele yap!

Usulü dairesinde muamelenin ne olduğunu öğrenmek istedim. Fakat o, artık cevap vermeye lüzum görmedi; aynı mağrur ve şahane eda ile başını öbür tarafa çevirdi.

Peçenin altında, korku ile dilimi çıkardım. Bu, böyle olursa, efendisi, kim bilir ne olacak? Vay başımıza gelen, diye düşündüm.

Merdiven parmaklığının kenarına sekiz on su kovası dizmişler, üzerine -Köşkte tahterevalli oynamak için kullandığımız tahtalara benzer- bir uzun tahta alarak garip bir peyke meydana getirmişlerdi. Peykenin üzerinde kadınlı erkekli bir yığın insan oturuyordu.

Siyah yün çarşafını çenesinin altından iğnelemiş, çini mavi gözlü bir ihtiyar kadını gözüme kestirdim, yanına yaklaşarak halimi anlattım. Acı bir bakışla:

-Meslekte müptedi olduğunuz görülüyor. Nezarette tanıdığınız kimse yok mu? Dedi.

-Hayır. Belki bir tanıdık vardır ama, bilemiyorum, dedim. Fakat buna ne lüzum var?

Söylediği kelimelere göre âlim bir hoca hanım olduğu anlaşılan mavi gözlü kadın gülümsedi:

-Bunu daha sonra anlarsınız kızım, dedi. Gelin sizi Tedrisat-ı İptidaiye Dairesi'ne götüreyim, bir kere Müdür-i Umumi Beyefendi'yi görmeye çalışın.

Müdür, siyah sakallı, yer yer çiçek bozuğundan yenmiş kocaman kafalı, kalın kaşlı gayet esmer bir adamdı. Odasına girdiğim zaman, yazıhanesinin önünde ayakta duran iki genç kadınla konuşuyordu.

Bir tanesi fark edilecek kadar titreyen elleriyle çantasının içinden buruşuk kâğıtlar çıkarıyor, birer birer yazıhanenin üstüne koyuyordu.

ÇalıkuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin