Düğüne üç gün kalmıştı. Yine her akşamüstü mahut arka bahçenin kapısında çocuklarla ip atlarken, yeni bir hücuma uğradım. Fakat bu seferki hücumu yapan, ilkinde beni aşçıdan kurtarmaya çalışan terzi matmazel, altmış yaşında olmasına rağmen, bu akşam o da bana karşı ateş püskürüyordu.
-Rica ederim, matmazel, birkaç güne kadar size madam diyeceğim. Doğrudur böyle yaptığın? Son provanızı yapmak için yarım saattir sizi arıyorum.
Daha fenası, Besime Teyzem de matmazelle beraberdi ve çatkın çehresi, münakaşa uzarsa ondan yana çıkacağını gösteriyordu.
-Pardon matmazel, buracıktaydım. Temin ederim ki işitmedim, dedim.
Teyzem, artık dayanamadı, bana çıkışacağı her zaman yaptığı gibi eliyle çenemi tutup okşayarak:
-Yavrucuğum, sen, kendi sesinden, kahkahandan kimseyi işitecek halde değilsin ki, dedi. Üç gün sonra da davetlilerimiz arasında yine böyle bir şey yapmandan adeta korkmaya başladım.
Her zaman, daha haşarı ve hoyrat görünmeme rağmen, o gün benim, en karışık heyecanlarla sarsıldığım, okşanmak ve anlaşılmak ihtiyacıyla için için eridiğim bir tarihti.
Çenemi teyzemin elinden çekmeden eteklerimi parmaklarımla iki yanından tuttum ve hafif bir reveransla dizimi büktüm:
-Üzülmeyin teyze, dedim. Çok değil, daha üç güncük dişinizi sıkmanız lâzım. O zaman benim için, teyzeden başka bir adınız ve sıfatınız olacak. Çalıkuşu'nun teyzesine yaptığı naz ve şımarıklığı Feride'nin, o hanımefendiye yapmaya cesaret edemeyeceğini size temin ederim.
Teyzemin gözleri yaşardı, beni yanaklarımdan öperek:
-Senin her zaman annen oldum ve öyle kalacağım, Feridem, dedi.
Taşkınlığım o haldeydi ki, ben de onu birdenbire kalçalarından yakalayıp havaya kaldırdım ve tıpkı bana yaptığı gibi yanaklarından öptüm.
Matmazel, ufak bazı rötuşlardan başka eksiği kalmayan beyaz elbisemi ellerinde kaldırdığı zaman, kıpkırmızı kesildiğimi hissettim. Odadakileri birer birer okşayıp öperek yalvarmaya başladım.
-Ne olursunuz, siz dışarı çıkın. Gözünüzün önünde giyinmeyeceğim. Arasında etekli elbisesiyle Çalıkuşu'nun bir tavus kuşu şekline girdiğini bir tasavvur edin. Aman, ne gülünç! Kendim bile güleceğim. "Ne olur, bu iş adi tuvaletle olsun!" diye o kadar yalvardım, kimselere derdimi dinletemedim.
Matmazel, elindeki elbise ile üzerime geldikçe -birisi beni yakalamaya geliyormuş gibi- köşelere kaçıyor, tir tir titriyordum.
Dışarıdakiler, gürültüyü artırıyorlar, mutlaka içeri girmek istiyorlardı.
-Bir parça daha, rica ederim, bir dakikacık, hepinizi çağıracağım, diye yalvardım. Fakat onlar inanmadılar:
-Aldatıyor, soyunduktan sonra çağıracak, diye bağrışarak kapıya dayandılar.
İşte o zaman, iki taraf arasında heyecanlı bir uğraşmadır başladı.
Dışarıdakiler, çocuk, büyük karmakarışık itişerek, gülüşerek kapıyı zorluyorlardı. Ben kollarımın bütün kuvvetiyle içeriden müdafaa ediyordum.
Sofada demirli potinleriyle tepinerek: "Hücum... Hücum... Muharebe var" diye bağrışan çocukların sesine bütün köşk halkı koşuyordu.
Matmazel, omuz başımdan:
-Yapmayınız, Allah aşkına, çekilin, elbise parçalanıyor, diye bağırıyor, fakat sesini işittirmeye muvaffak olamıyordu.
Bir aralık, nedense gürültü kesilir gibi oldu. Kapıya bir ayak sesi yaklaşıyordu. Kâmran'ın sesi:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çalıkuşu
General Fiction"Dördüncü sınıftayım. Yaşım on iki kadar olmalıydı. Fransızca muallimimiz Sör Aleksi bir gün bize yazı vazifesi vermişti. "Hayattaki ilk hatıralarınızı yazmaya çalışın. Bakalım neler bulacaksınız? Sizin için güzel bir hayat temrini olur" demişti. Hi...