Beni hep geri plana attın.
Ben de yoruldum Jungkook.
Tek başıma savaşmaktan yoruldum.
/-/
İç içe geçmiş ve sıkmaktan boğumları beyazlamış ellerine gözlerini diktikten iki saniye sonra çok ezikçe durduğunu düşünerek ellerini birbirinden ayırdı, kan parmak boğumlarına tekrar gidip onları pembeye döndürdüğündeyse kafasını kaldırarak daha dik oturmaya çalıştı.
Kaybettiği özgüvenini bulmaya çalışıyordu ama hiç şansı yoktu, bunu fark ettiğindeyse biraz geç olmuştu.
Onun aksine, rahatlığından ödün vermeyerek arkasına yaslanmış bir şekilde oturan Park Jimin içtiği sıcak kahveyi dudaklarından uzaklaştırıp masaya bırakırken, tek kaşını hafifçe kaldırmış bir halde yerinde rahatsızca kıpırdanan Taehyung'a bakıyordu.
Havalar iyice soğumuş, içilen kahveler ise tam tersi soğuktan sıcağa dönmüştü. Taehyung önündeki hiç dokunulmamış dumanı tüten bardağa uzanmaya çekiniyordu, ya elleri titrerse ve bir yerlere kahveyi dökerse? Hem de Park Jimin'in karşısında?
Eğer karşısında Jungkook olsaydı dert etmezdi, Jungkook onun sakarlığına güler ve nazikçe kahveyi üzerinden silmeye çalışırdı.
Taehyung tam o saniye, burada otutmaktan ne kadar rahatsız olduğunu fark etti. Çok kasılmıştı, gözlerini karşısındaki adam hariç her yerde gezdiriyordu ve Jungkook'un yanında, onun kolları arasında olmayı diliyordu.
Buradan kaçıp gitmeyi dilercesine kafenin kapısına bir bakış attı. Gergin bedenini daha da geren ve tüm dikkatini üzerine çekmeyi başaran hafif bir öksürük sesi geldiğindeyse, gözlerini transtan çıkarmışçasına kırpıştırarak şimdi hafifçe öne eğilmiş ve yüzüklerle donatılan düzgün parmaklarını masada birleştirmiş Park Jimin'e çevirdi.
Genç adam gece kadar kara olan saçlarıyla uyumlu olmak istermişçesine siyah deri ceket, bordo boğazlı bir kazak, siyah dar pantolon ve yine siyah bot giymişti. Taehyung ise kasvetli olmayı hiç sevmezdi, bu yüzden dolabında siyah çok az kıyafeti vardı. Kahverengi, sandalyesinin arkasına asılmış uzun paltosunu, kenara koyduğu gri beresini, krem kazağını ve bol pantolonunu düşündü. Jimin'le tarzları tamamen zıttı ve şimdi onun tarzının Jungkook'unkine çok benzediğini fark ediyordu.
"Yani," diye söze başladı Jimin, Taehyung'un sözlerinin üzerine ilk kez konuşuyordu. "Jungkook'a ve aranızdaki ilişkinin gücüne güvenmeyerek bana ondan uzak durmamı söylemeye geldin, öyle mi?"
Taehyung oturduğu yerde iyice küçüldüğünü hissetti. Derin bir nefes alarak yerinde dikleşti, özgüven kırıklarını yerden toparlamaya çalışırken aynı zamanda da kötü hisleri yok etmeye uğraştı.
"Ben tam olarak öyle demezdim..."
Sesi cümlenin sonuna doğru kısılmış, yüzünde küçümseyen bir ifadeyle ona bakan Jimin'e bakarken kelimeler ağzında gittikçe büyümüştü.
"Ne dedin? Seni duyamıyorum?" dedi Jimin, bir elini kulağının arkasına koymuş bir şekilde hafifçe ona eğilmiş, yüzündeki eğlenen ifadeyi gizlemeye bile uğraşmamıştı.
Taehyung dişlerini sıktı, onun dengi olmadığını biliyordu ama yine de kendini böyle ezmesine izin verecek değildi.
"Dedim ki, sevgilimi zırt pırt arayıp kendi başına yapabileceğin şeyler için yardıma çağırma. Kim olursa olsun yardım gerektiğinde hemen koştuğunu biliyorsun ve bunu kullanıyorsun."
Özgüven parçalarının birazını eline toplayabilmiş ve sesini güçlü gösterebilmiş olmasından dolayı kendiyle gurur duydu.
"Bir dakika, tüm bunları bilerek yaptığımı falan mı düşünüyorsun? Sizi ayırmak için falan?" Park Jimin gürültülü bir kahkaha attı ve birkaç başın onların olduğu tarafa dönmesine neden oldu. Kahkahası keyiften uzak ve kısa sürmüştü, sert bakışlarını karşısındaki gence çevirdiğinde Taehyung yutkunmamak için kendini zor tuttu ama yerinde rahatsızca kıpırdanmadan edemedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Incapable // Taekook
Short Story"Jeon Jungkook. Bu, sana yazdığım ilk ve son mektuptur."