Utanıyorum. Nasıl bir sevda bu böyle? Gözlerin gözlerime değiyor. Kaçırıyorsun yeşillerini. Ürkek bakışların ve tedirgin ellerin... Hatta çabalıyorsun titremesin diye sesin. Dikiz aynasından bakıyorsun ara sıra benim gözlerimse kah ensende kah aynada. Görmek istiyorum kaçamak bakışlarını, utangaç gözlerini...
Sonra yanında oturan o kadın takılıyor gözlerime ağlamak istiyorum. Gözlerimin dolduğunu fark ediyorsun zira ona bakışımı yakalamışsın belli. Çekmiyorsun gözlerini aynadan ve karşılaştığında gözlerimiz boynunu eğiyorsun çaresiz. Bir el tutuyor ellerimi başını eğip gözlerimin içine bakıyor. Bir sey mi oldu bir yerin mi ağrıyor... O kadar telaşlı ki utanıyorum. Gözlerim sana kayıyor. Başın öne eğilmiş, sizinle ilgilenmiyorum dercesine şu bitmeyen lanet yolda gözlerin, sesin kısılmış sanki bir sen sormuyorsun: Neyin var? İnsan kendi açtığı yarayı tanımaz mı? Tanıdığından senin suskunluğun, anladım.
Utanıyorum, konuşmak hiç bu kadar zor gelmemişti oysa. Anlatacak hep bir şeylerim vardı ve hep bir dinleyenim. Sözlerle ya da gözlerle...
Dilin söylediğini kalp işitmezse sorgu sualde cevap sadece soruyu soranın duymayı istedikleridir. O sordu, ben söyledim, sen anladın, ben ağladım, o inanmak istedi. Cevabımla kafasını sana doğru çevirip şöyle bir göz ucuyla bakıp imalı bir dudak hareketiyle kafasını hafifçe eğmesi her ne kadar acaba dedirtse de dokundum elimin üzerindeki ele gözlerinin içine kızaran gözlerimle baktım. Biz konuşmadık gözlerimiz konuştu. Yapma dedim, mahçup bir şekilde. Aslanım sen dursana şurada dedi. Kafamı eğince gözlerinin içine bakıp ağlayarak... İşimiz var bizim sen bizi indir şu köşede. Minnetle bakıyordum yüzüne sıkı sıkı tutuyordum ellerini. Hafifçe dokundu ellerimin üzerine geçecek dercesine.
Hadi bakalım hanım kızım size mutluluklar, tatlı telâşlar bunlar, keyfini çıkarmak, kıymet bilmek lazım. Sahip çıkmak lazım. Arabadan inerken son kez göz göze gelmek istedim uzun uzun bakmak vedalaşmak. Kapıyı kapatıp yanında oturan kadını hiçe sayarak onun penceresinden sana bakmak... mutluluklar dilerim. Dudaklarımdan kanayarak çıkan sözler sana değildi. Biliyordun. Benim olmadigim yerde mutluluk haram değil miydi sana? Ne konuşmuyorsun?
Bana uzun herkese an gelen o bakış bir vedaydı kıyamadığım. Fakat sen bize kıydın.
Arkamdan omzuma dokunan el: Hadi kızım karanlık olmadan şu alış verişi tamamlayalım.
Sırtımı dönüp giderken arkama baktım gidişini sindirmek için kolumdan tutan adamın sürükleyişine aldırmaksızın kayboluşunu izledim.
Hatırıma sen gelmeyeceksin artık adının geçtiği bir cümle kurmayacağım sabahları çaldığın kapıdan ekmeğinle içeriye girişini görmek için koşmayacağım kapıya çayını ben getireceğim diye telaş yapmayacağım karnın acıktı mı yağmurda ıslandın mı hasta olduğunda kimin adını sayıkladın merak etmeyeceğim korumayacağım seni mahallenin o dedikoducu teyzelerinden ve en içerlediğim kimse hiçkimse adını adımla anmayacak artık. Oysa yanyana ne yakışırdı isimlerimiz. Bir sen görmek istemedin. Bir de...
Düşünceler hatıralarla birleştiler. O akıp gittiğin yolda bütünleşip zihnimin odalarına akın ettiler. Sen kayboldukça o yol boyunca işte böyle sürüklensem de zamanın bir köşesine, hatırlayacağım ansızın seni yine. Yasak tatlı gelmiş ya Havva'ya öyle tatlı geleceksin önce sonra pişman olup tüküreceğim seni. Ağzımda tadın kalmayasıya tüküreceğim, tüküreceğim...Ayşe Özge...