Gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu ağlardım...
Yerde yatan iki genç, kanlar içinde. Faili meçhul dediler seneler önce.
Gece uzundu, sessiz ve olması gerekenden daha aydınlık. Penceremden izlediğim gökyüzü...
Ay... Sizce de bir insan sıfatı yok mu dolunayda? Baya baya gözleri var hatta ağzı. Sadece biraz çirkin bir delikanlı. Fakat yine de bir çekim gücü var. Baktıkça bakası geliyor insanın ve durmadan bir şeyler anlatıyor dinlenilesi. Çehresinde beliriyor birden hatıralar. ... El ele tutuştuğumuz o ilk akşam geliyor aklıma. Yine dolunay gökyüzünde... Fakat şehrin ışıkları yanında sönük kalmış aydınlığı. O, köy evindeki ihtişamı yok. Aydınlatamıyor tüm sokakları rol çalmış şehrin baş döndüren görkemli ışıkları. Sokaklar, kalabalık caddeler, kaldırımlar, karşıdan karşıya geçmeye çalışan insan sürüleri... Hayır, nedir bu anlamsız gitmeler gelmeler?
Sahil; senin benim gibi avarelerin, yorgunların, kaçakların, balıkçıların, sanatçıların, en çok da aşıkların mekânı. Yeni yeni tanışıyoruz senle. Korkutmaktan, yanlış anlaşılmaktan ve hatta incitmekten sakınıyoruz birbirimizi. Ama yine de olanca gücümüzle tanımak için tanıtmak için mücadele ediyoruz. Daha çok konuşmak istiyoruz hep daha çok... Loş ışıklı ağaçlı yoldan karşıya geçerken bir yandan da hareretli bir şekilde sana kendimi anlatmaya çalışıyorum. Gözlerinin içine bakarak konuşmayı severim bilirsin. Pür dikkat gözlerindeyim kahretsin orada bir ömür yaşayabilirim. Derken acı bir fren sesi, elimden tutmuş çekmişsin kendine beni. İlk el ele tutuşmamız ve hatta sarılmamız... Hiç böyle hayal etmemiştim oysa. Çakma film sahnesi gibi ne o öyle? Elimi tutmak için döktüğün terleri fark edip bıyık altından gülecektim, öyle hesaplıyordum. Olmadı. Ah, şu araba ah şu sıkılasıca çenem, susup dikkatlice gitseydim... Oymuş, bırakmadın ellerimi bir daha. Hatta daha sıkı tuttun elimden kayıp gider korkusuyla.
Bu Ay, bütün kabahat onda. Bak aklıma geldi yine hani damda, oturduğumuz banktan konuşurduk ya ara sıra, sonra uyuyakalırdık. Sırtımız tutulmuş, güneş üstümüze çökmüş, yakmış kavurmuş... Yusuf bulamamış seni ayağa kaldırmış mahalleyi. Eyvah, adim çıktı ne yapacaksın? Mecbur alacaksın hanım diye Nuriye'yi.
Koşar adım inerken merdivenlerden gülüştüğümüz; uyku sersemliği, yakalanma telaşıyla ben eve girerken indiğin merdivenleri gerisin geri çıkıp öpüp geri dönüşün geldi hatırıma. O çapkın göz kırpma hareketi... İçim eridi. Ah dedim, ya bunu bir başkasına da yapiyorsa ya o da böyle benim eridiğim gibi eriyorsa ona?
Geçti geçti..
Askere uğurladığım gün gece geldi hatırıma yine böyle dolunayli bir gece. Oturdum ağlıyorum. Babamın geleceği tuttu eve. Sana gelecektim elini tutup gözlerine bakacaktım öpüp koklayacaktım sanki bir daha görüşmeyecekmişçesine sarilacaktim boynuna sıkı sıkı. Olmadı. Odamda volta atarken telefonum çaldı penceremin altında, sen aşağıda ben yukarıda engel var mı ki aşka? Varsın sarmasın ellerin bedenimi o yürek zaten benim değil mi hem ne O öyle bir daha hiç görüşmeyecek gibi? Ben seni değil sen beni teselli ettin sevgili.
Gözlerim kapanıyor yavaş yavaş içine çekiyor beni böyle dolunayli hatıralar. Bazen bir bulut olup koşmak istiyorum bazen bir latife olup konmak istiyorum dudakların köşesine ve dokunmak istiyorum her dolunayla sevgisiz yüreklere ama seninle. Sevgili, sevgilim... Ellerin hiç olmadığı kadar soğuk bu gece. Gökyüzünde dolunay, çekiyor bizi hiçliğine.
Dur gitme, hem bu acele niye?Ayşe Özge ...