my chemical romance - our lady of sorrows
my chemical romance - this is how i disappear
the neighbourhood - r.i.p. 2 my youth
5 seconds of summer - ghost of you
blink-182 - i miss you──
Atların toynakları yeri döverken arabanın içindeki rahat kırmızı koltuklarda oturmanın keyfini çıkarıyordu. Dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı ve o an için üzerinde yamalı kıyafetler olduğunu unutmuştu. Tek düşünebildiği, sonunda kıçının yumuşak bir koltuğa oturabilmesiydi.
Kafasını öne doğru uzattı, pencerenin önündeki kırmızı yün perdeyi ileri doğru itti. Her yer yemyeşildi. Bu yeşillik silsilesini bozan tek şey, üzeri ağaçlar ile bezenmiş dağların arasından yükselen ihtişamlı şatoydu.
Sertçe yutkundu. Hayatında böylesi bir yapıyı hiç görmemişti. Göğe uzanan kuleleri, surları ve gün ışığında parlayan taşları ile adeta büyüleyiciydi.
İster istemez ailesi ile yaşadığı tahta kulube ile karşılaştırırken buldu kendini. Şato her şeyiyle güzeldi. Onun yaşadığı kulube ise gösterişsiz, çürük tahtalar dolayısıyla atılan her adımda gıcırdayan ufak bir yerdi.
Dünya kesinlikle adaletsizdi.
Yüzünü buruşturdu ve perdenin tekrar etrafını gizlemesine izin verdi. Sırtını rahat koltuğa yasladı, kollarını çaprazladı.
Onlar mücevherler içinde yüzerken biz fakirlik içinde boğuluyoruz. Hayattan nefret ediyorum.
Bir elini, deriden yapılma yumuşak keman kılıfına uzattı. Parmakları kahverengi deriye değince yüzünde minik bir gülümsemenin hayaleti dolaşmaya başladı ve aniden gelen keman çalma dürtüsünü bastırmak zorunda kaldı. Çünkü eğer şimdi çalmaya başlarsa elindeki evraklar ile uğraşan oldukça şişman, başının tepesi kelleşmiş ve az önce adının "Frank" olduğunu öğrendiği adamın ne yapacağını kestiremiyordu.
Bir süre gözlerini kapattı. Atların nal sesleri ve karşısındaki adamın kağıt hışırtıları arasında çıkardığı kısık sesli homurdanmalarını dinledi. Ona bir ninni gibi gelen sesler arasında hayal kurmaya başladı.
Yaklaşık yirmi dakika sonra at arabası durdu. Michael irkilerek uyanmıştı. Hangi aralık uyuduğu hakkında en ufak bir düşünceye sahip değildi. Araba hafifçe sarsıldı. Belli ki arabayı kullanan kişi aşağı inmişti.
Kapı açıldı. Bir adam yüzüne bir maske gibi yapışmış ifadesiz suratı ile kapıyı tutuyordu. Şişman adam karşısındaki Michael'ı umursamayarak kendisine göre küçük boyuttaki kapıdan geçmeye çalıştı. İndiğinde ise, at arabası gözle görülür bir biçimde yükselmişti.
Michael başını onaylamazca iki yana salladı ve keman kılıfını eline alarak aşağı indi. Etrafına bakındığında şatonun girişinde olduklarını fark etti. Tahta bir kapı vardı. İki yanında ise ellerinde uzun ve jilet kadar keskin duran mızraklar tutan, kırmızı üniformaları içinde muhafızlar.
Şatonun yüksek duvarları vardı. Gerçekten iyi korunduğu belliydi. Ve Michael yine, kendini burası ile kendi evini karşılaştırırken buldu. Sessizce küfretti. Şişman adamın önden yola koyulduğunu gördüğünde ise şatonun dışını incelemeyi keserek adamı takip etmeye başladı.
Adam, elinde ipekten bir mendil ile alnında birikmiş ter damlacıklarını siliyordu. Birkaç adımın bile onu terletecek kadar yorduğu belliydi.
Muhafızların önüne geldi. Sarışın olan muhafız, şişman adam ile göz göze geldi; hafif bir baş selamı verdi. Frank de ona aynı şekilde selam verdi ve yürümeye devam etti ancak muhafızın gözleri, adamın peşi sıra yürümekte olan kıvırcık saçlı çocuğa ve onun elindeki yıpranmış keman kutusu ile yamalı kıyafetlerine takıldı. Kendini beğenmişlikle sırıttı. Şişman adamın arkasından, ''Prensesin yüzünü güldürecek olan kişinin bu olduğunu düşünmüyorsun herhalde,'' diye seslendi. Sesindeki alayı gizleme gereği duymamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
onları kurtardım | byler
Fanfictionhâlen sessiz olan kalabalıktan ise acı dolu bir şarkı yükseldi; hıçkırıkların süslediği, gözyaşlarının eşlik ettiği, tüyleri diken diken eden çığlıklarla uyumlu bir şarkı. ☆ˎʹ˗ will + mike