vi

446 57 98
                                    

Başını taş koridorun ilerisinden uzattı ve kimsenin olmadığını görünce hızla prensesin odasına doğru koşuşturmaya başladı. Topuk sesleri her adımında boş koridorda yankılanıyor ve kendini meşalelerde oluşan gölgesinin başka birine ait olmadığına inandırmak için büyük bir çaba sarf ediyordu.

Cilalı kapının önüne ulaştığında turuncu saçlarını kulağının arkasına sıkıştırarak kapıyı çalmak için elini havaya kaldırdı. Fakat daha o kapıya vuramadan, prenses ipek sabahlığı ile kapıyı araladı.

Maxine'i karşısında gören Jane afallayarak şaşkınlıkla kızın suratına baktı. Maxine ise yamuk bir gülümseme ile Jane'e fısıldadı. "Beni bu kadar mı özlediniz, leydim?"

Jane'in suratı bir anda endişe ile kasıldı. Hızla kızı omuzlarından tutarak fısıldadı. Sesi telaşlı ve bir miktar endişeli çıkıyordu. "Bırak şimdi zırvalamayı. Babam bizi öğrenmiş!"

Gözleri irileşen Maxine kendini tutamayarak bağırdı. Sesi korkulu çıkıyordu çünkü bu ülkede yaşayan hemen herkes kralın eşcinsellere olan nefretini bilirdi.

"Ne?!"

Jane tekrar telaşla bir şey demek için dudaklarını araladı. Fakat o sırada sağ taraftaki koridordan yükselen sesler duydular. Bununla birlikte o koridordaki ışık kaynağı artmıştı.

"Onu bulun!" diye bağırıyordu tok bir ses. Ona nazaran daha öfkeli çıkan bir ses ise, "O hizmetçi parçasının prensesin yanında yeri yok!" diye sesleniyordu yanındakilere. Gölgeleri uzayarak koridorun sonuna dek ulaşıyor, küçük çaplı bir ordunun yaklaşmakta olduğunu belli ediyordu.

Telaştan elleri titreyen Jane bulunduğu yere çivilenmiş Maxine'i çekiştirerek odasına soktu. Tahta kapının sağlam demir sürgüsünü çekerek kilitledi, dolmuş gözlerindeki yaşları akıtmamak için alt dudağını dişleri arasında ezdi.

Pembe dudaklarını ısıran Maxine, Jane'in neredeyse ağlamak üzere olduğunu görünce koşarak ona sarıldı, saçlarına öpücükler kondurdu. Muhafızların sesleri git gide yükseliyordu.

"Şş, sakin ol bebeğim, ağlama."

Artık hıçkırmaya başlamış olan Jane kollarını sıkılaştırarak yüzünü kızın kirli hizmetçi kıyafetleri içindeki omzuna gömdü. Konuştuğunda sesi boğuk çıkıyordu. "Ya sana zarar verirlerse?"

Gözyaşları akmaya başlamış Maxine, buruk bir gülümseme ile Jane'in kafasını gömdüğü yerden kaldırdı. Gözlerini kızın kahverengi gözleri ile birleştirdiğinde ise ağlama dürtüsü her şeyden güçlüydü.

"Bana zarar vermeyecekler."

İkisi de bunun yalan olduğunu biliyordu.

Artık kapının önünden gelmeye başlamıştı sesler. Sürgülü kapıyı zorluyor, menteşeleri yerlerinden sökmek istercesine kapıya kuvvet uyguluyorlardı.

Hâlen dolu dolu olan gözlerini usulca kapattı Jane. Kızın yanaklarından kavrayarak dudaklarını birleştirdi. Dudakları birbirleri ile son olduğunu bilerek hareket ediyordu bu sefer. Tuzlu gözyaşları dudaklarının kendilerine has tatlarına karışıyor, acı ve hüzün eksik olmuyordu.

Ciğerlerinin ihaneti yüzünden ayrılan dudakları hâlâ birbirleri için yalvarıyor gibiydi. Ancak zaman onlardan yana değildi.

Kapı büyük bir gürültü ile kırıldı, içeri kralın emrindeki öfkeli muhafızlar girdi. Turuncu saçlı kızın iki kolundan da tutarak çekiştirmeye başladılar. Jane'in tek yaptığı ise kollarından kurtulan kızın arkasından acıyla haykırmaktı.

|| ╰ •»⊰✧⊱«• ╮ ||

"...tanrı size aşık olmanız için iki farklı cins yaratmışken, hemcinsinize aşık olmak ne denli iğrenç, görüyorsunuz değil mi? İşte bu yüzden burada toplandık, sevgili yurtdaşlarım! Bu günahkârın cehenneme yollanışını izlemek için!"

Kalabalıktan destekçi bir uğultu yükseldi. Erkekler küfür ediyor, kadınlar yuhalıyordu. Bembeyaz kıyafetlerinin içinde ölümü bekleyen Maxine ise ağlıyor, William'ın kolları arasında ağlamaktan helak olmuş Jane de Maxine'in üzerinde bulunduğu platforma yakın bir yerdeki gölgelerin içinde bu acı dolu anı izliyordu.

William titreyen elleriyle kardeşinin kısa saçlarını okşadı. Babasından nefret ediyordu! Kardeşini üzdüğü için ondan ölümüne nefret ediyordu!

Jane kardeşinin omzu üstünden cellatın siyah bir maske ile kapattığı yüzüne baktı yaşlar yüzünden bulanık olan görüşüyle. Zalimlik vardı o siyah gözlerde. Acıma yoktu.

Cellatları bilirdi. Asla merhamet etmezlerdi.

Kral konuşmasının bittiğini gösterircesine gururla gülümsedi. Elini cellata doğru izin verircesine salladı. Acımasızlıkla gülümseyen cellat, jilet kadar keskin kılıcını havaya kaldırdı. Kalabalık topluluktan ise çıt çıkmıyordu. Herkes sessizleşmiş, heyecanla bu gösteriyi (!) izliyordu.

Dudaklarını ısıran Maxine, gölgelerin arasında Jane'in gözlerini buldu, gülümseyerek dudaklarını oynattı: "Seni seviyorum."

Ve kılıç havayı yararak kızın boynuna indi, başsız gövde yere düştü. Turuncu saçlar kırmızı kan ile boyandı, yapışkan sıvı geri dönüşü olmayan bir şekilde bembeyaz elbiseyi lekeledi.

Hâlen sessiz olan kalabalıktan ise acı dolu bir şarkı yükseldi; hıçkırıkların süslediği, gözyaşlarının eşlik ettiği, tüyleri diken diken eden çığlıklarla uyumlu bir şarkı.

Sonsuza dek sürecek bir şarkı.

onları kurtardım | bylerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin