İyi Okumalaaar...
Okulun ilk gününün vermeyi beceremediği heyecanla yataktan kalkmaya çalıştım. Yavaş adımlarla odamdaki küçük lavaboma gittim. Yeni uyandığınızda genellikle tuvalet annenizin sizi uyuklarken görmemesi için ideal bir yer gibi gözükebilir ancak annem,bu eylemi her sabah okula gitmeden önce yaptığım için ilk önce tuvalete bakmıştı.
Saçlarım adeta ' kuş yuvası' şeklini almış,başım öne eğik ve ağzım açık bir şekilde uyukluyordum. Imm..Bunu bir 'orangutan uyuma stiline' benzetebilirsiniz.(ve burda yazar orangutan uyuma stilini nereden biliyor diye soracaksınız ancak yazar da bilmiyor. Kafasından attı -,-)
Ama kesinlikle uyku başta oldu mu her şeye göz yumarım. Gerek orangutan gibi uyumaya bile, düşünün o derece yani!
Annem tek eliyle çenemi kavradı ve uyanmazsam yüzüme bir kova buzlu su döküp bunu videoya alarak internette paylaşacağına dair birkaç tehdit savurdu.
Tünediğim tuvalet kapağının üstünden oflana poflana kalktım.Uzun zaman sonra okulun ilk günü heyecanlı ergenler temalı bir tablo bana garip gelecekti.
Tamam...tamam,evet,ben de bir ergenim..
Ayaklarımı yavaşça dolabımın olduğu yere doğru sürükledim ve dolabımın içinden siyah bir tişört ve gri bir pantolon seçtim. Seçtiklerimi üstüme geçirdikten hemen sonra annem içeri daldı.
' Tatlım bu gün okulun ilk günü. 11. sınıfın , hayatının başladığı gün bu gün.En azından bu gün gülümse ve biraz sevinçli olmaya çalış.' Ardından kıyafetlerime sanki pazardan alınmış elli kuruşluk çoraplar gibi baktı.
'Ancak sevincini böyle cenaze temalı kıyafetler ile gösterebileceğini pek zannetmiyorum hayatım.'
Cinizi timili kiyifitlir, diye taklit ettim onu içimden. Dediklerine aldırmadan dolabımın kapaklarını kapattım ve çıkardığım pofuduk pijamalarımı çorap çekmeceme tıkıştırdım.
Çantamı tek omuzuma geçirdim ve mutfağa doğru yürüdüm.
Annem pastırmalı omlet ve yanında nutellalı ekmek hazırlamıştı. 'Bu kadın okulun ilk günü bereket saçıyor' diye düşündüm içimden.
Omletimdeki pastırmaları tabağımın kenarına koyup omletimi yemeye başladım.
Ben lezzetin doruklarını tadarken kapı çalındı.
Annemle uzun bir süre birbirimize baktık.
Bu bakışmanın konusu 'Kim şu koca götünü kaldırıp da sabahın köründe bizi rahatsız eden varlığa kapıyı açacak?' bakışmasıydı.
Sonunda gözlerimle omletime baktım ve çataldaki omleti hareket ettirdim.Burada anneme ' Beni lezzetin doruklarındayken rahatsız etme.' demeye çalışmıştım.
Annem en sonunda kapıdakini daha fazla bekletmek istemediğinden çaresiz kalarak kapıya yöneldi.
Gelen Sophie'ydi. Onu seviyordum çünkü eski okulumuzda beni tek takan ve benimle tek arkadaş olan oydu. Başka kimse gelip konuşmaya zahmet bile etmemişti.
Zaten buraya onun ailesi ile birlikte gelmiştik. Babam babasıyla bir tür 'kanka' olayı içindeydi ve annesiyle annem de hep alışverişe gider,nine mağzalarına bakarak zaman öldürürlerdi.
İkimizin ailesi çok iyi anlaşınca biz de birbirimizi tanımak zorunda kaldık.
İlk tanıştığımızda Sophia'yı kendini beğenmiş sürtüğün teki sanmıştım. Çünkü masmavi gözleri ve ve altın rengi saçları vardı. Bu da bir ön yargı tabii. Sonuçta hangi erkek böyle bir kızla yatmak istemezdi ki.
Ancak sonra konuştuk ve onun da benim gibi sıradan, dikkat çekmek istemeyen biri olduğunu öğrendiğimde rahatladım.
Kendini beğenmiş sürtüklerden hoşlanmıyorum da...
Sophia'yla lise eğitimi almak için Londra'ya gidecektik. Tek başımıza! Ancak onun çok saygıdeğer (!) ailesi ve onlara uymak zorunda kalan benim çok sevgili masum ailem kendi aralarında bir genel kurul toplantısı düzenlediler ve kendi başımıza gitmemizin uygun olmayacağına karar kıldılar. Ve bunun geri kalanında biz de onlara yalvardık falan filan.
Ve şuan Sophia'yla aynı lisenin 11. sınıf kurbanlarındanız.Ayrıca ailelerimiz de yanımızda, yani hiçbirşey değişmedi.
***
Sophia kapı açıldığı gibi içeri girdi ve ardından kapıyı kapattı. Annemle çok çok samimi olan selamlaşmalarını yaptıktan sonra benim yanıma geldi.
Karşıma oturdu ve 'Lisenin 11. sınıf eziyeti için heyecanlı mısın?' diye saçma bir soru sordu.
Ben ise ona sadece bu sorunun çok iğrenç ve saçma bir soru olduğunu vurgulayan bir bakış fırlattım.
Okulda yatılı kalıyorduk çünkü evimizden okula yaklaşık 2-3 saat mesafe vardı. Annemler hergün iki saat yol gitmenin mantıklı olmayacağına karar verdiler. Ve sonunda mantıklı bir karar verdikleri için gerçekten mutlu olmuştum.
Sophie kapının kenarına bıraktığı bavulunu aldı ve ben de odamdaki bavulumu büyük bir çabayla aşağı indirmeyi başarmıştım.
Babasının kapının önünde olduğunu hatırlayarak adımlarımı hızlandırdım. Sonuçta bizimle üç saat yolculuğa katlanmak demek cehenneme gitmek için bilet almak demekti. Bay Roger’e bu kararından dolayı sonsuz hayranlık duydum.
İkimiz de hazır olduğumuzda annemle uzun bir vedalaşma seromonisi gerçekleştirdim ve kapıdan annemin mutluluk mu hüzün mu olduğunu anlayamadığımız bakışlarıyla uğurlandık.
***
Uzun bir yolculuğun ardından,kulaklarım müzik dinlemekten patlamak üzereyken Bay Roger’ın okula vardığımızı bildiren sesini işittim. Kulaklığımı tek kulağımdan çıkarıp telefonumu çantama attım.
Arabadan indikten sonra Bay Roger bize bavullarımızı verdi. Sophia babasını kocaman kucakladı.( Benim böyle bir fırsatım olamamıştı çünkü babamın sabahın köründe başlayan bir işi ve sabahın köründe gelmelerini emreden ibne bir patronu vardı.)
Daha sonra Bay Roger ikimizlede kucaklaşıp biz içeri girene kadar sanki her an bir kurt gelip bizi yiyecekmiş gibi gözetledi.
Ve en sonunda onun da gittiğini arabanın çıkardığı horultulu seslerden anlamıştık.
Artık sadece ikimizdik. Sophia ve Lucy, 11. Sınıf Langley Lisesi kurbanları. İşte buradalar ve onları bekleyen kocaman bir seneye hazırlanmaya çalışıyorlar.