1'beyaz yılan

132 10 33
                                    

                              1'beyaz yılan

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

                             
1'beyaz yılan

   sylvaine, l'appel du vide


Yaşamak, Tanrı'nın bizi içinde bıraktığı bir kafesti.

Kalbimiz hem hislerimizi aynası hem de onların katiliydi.

Uçsuz bucaksız okyanuslardan taşıp gelen ve tek bir hırçın dalgayla bütün şehri belki de dünyayı yok edebilecek olan öfkem; kalbimde büyüttüğüm tek bir hissi aşamamıştı. Öfke de kalbe yenik düşüyordu. Hırçın dalgalarımın hedefinde bütün dünya vardı ama o dalgaların altında kalan tek kişi bendim. Öfke, öfkenin sahibini tüketiyordu.

Şimdiye kadar neye yenilmiştim? Korkuya mı yoksa içimi içime sığdırmayan o öfkeye mi? Bunların hiçbiri değildi. İnsan bu hayatta önüne gelen her duyguyu, karşısına çıkan her insanı yenebilirdi. İnsanın yenemeyeceği tek şey yine kendisiydi. Belki de her şey kalbime hislerimin katili olmasına izin verdiğim o zaman diliminde olmuştu. Neye yenilmiştim bu kadar? Beni böylesine dizlerimin üzerine çöktüren o his neydi? Sert bir rüzgâr tenime kırbaç gibi inerken gerisinde bıraktığı ses kulaklarımı doldurdu. Pusulasını kaybetmiş adımlarım boş sokaklarda ilerlerken sertçe burnumu çektim. Aradığım bir şey vardı ama onu günlerdir bulamıyordum. Neredeydi? Onu nasıl bulacaktım? Düşünceler tıpkı bir örümcek gibi ağını zihnime örerken basıp geçtiğim kaldırıma düşen gölgeme bile öfkeyle baktım. Yere düşen gölgemi bile ezip geçmek istedim.

İnsan gölgesinden bile nefret ettiğinde bu hayatta onu yenebilecek hiçbir şey kalmıyordu.

O adamın yaptığı şeye şahit olmamın üzerinden günler geçmişti ama ne onu tekrar görmüş ne de ona dair bir iz bulabilmiştim. Bu, içimdeki hevesin ve inancın az da olsa körelmesine sebep olmuştu ama pes etmeyecektim. Onu bulmam ve beni öldürmesini istemem gerekiyordu. Adımlarım sekteye uğrarken duraksadım. Kaşlarım benden bağımsız bir şekilde çatılırken burnumdan sert bir nefes almıştım. Normal şartlarda bir karakola gitmem ve o adamı şikâyet etmem gerekiyordu. Ben bir cinayete tanık olmuştum ve şu an yaptığım tek şey aptal gibi bir katilin peşinden gitmekti. Bir gök gürültüsü göğü ikiye yarıp öfkesini kusarcasına patladığında yürümeye devam ettim. Cebimdeki telefon sayısız kez çalmaya başladığında bıkkınlıkla nefesimi verdim. Kimin aradığını çok iyi biliyordum ve hiçbir zaman telefonunu açmıyordum ama o kadar inatçıydı ki beni defalarca kez aramaya devam ediyordu.

"Vazgeç artık," diye mırıldandım yürümeye devam ederken. Telefonum birkaç çalıştan sonra titremeyi bıraktığında sahilin köşesinde kalan büfeye giriyordum. O evden çıkmadan önce yanıma alabildiğim tek şey gizlice biriktirdiğim bir miktar para ve telefonumdu ve param neredeyse tükenmek üzereydi. Beni sadece birkaç gün daha idare edebilirdi o yüzden bir an önce o adamı bulmalı ve bir anlaşma yapmalıydım. Elime geçen birkaç bisküvi paketini çalışana uzatırken sabırsızca etrafımı süzüyordum. Sonunda küçük bir poşetle marketten çıktığımda kaldığım ve neredeyse bir fare deliğini andıran pansiyona yürümeye başladım. Hayatım birçok yönden beni rahatsız eden şeylerle doluydu. Bunların en başında varlığım geliyordu. Yaşamak, Tanrı'nın omuzlarıma bıraktığı bir lanet gibiydi. Gök yeniden gürlediğinde suratımı buruşturdum. Soğuktan hiç hoşlanmazdım ve İzmir garip bir şekilde son günlerde soğuk ve ıslaktı. Kaldığım pansiyona geldiğimde resepsiyonda dikilen kadına bir bakış attım ama kadın hiç buralı olmamıştı. Etrafa o kadar bıkkın ve boş bakışlar atıyordu ki sanki tek isteği sıradaki boş günü bitirmek ve bu hayattaki zamanını tamamlamaktı. Eski, gıcırdayan merdivenleri yavaşça çıkıp üçüncü kata ulaştım ve odamın kapısını açıp içeri girdim. İçerisi tuvalet banyo ve yatağı kapsayan tek bir odadan oluşuyordu.

YILAN SARMAŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin