Saat 22:36
Az önce bir dizi izliyordum. Adam evli ve çocukluydu fakat hayatında başka bir kadın vardı, hayatındaki diğer kadının ise karnında kendi çocuğu vardı. Kısacası adam evli olmasına rağmen başka bir kadınla 2. çocuğunu yapmıştı, karısını aldatmıştı...Bunu izlerken, okurken çok normal geliyordur, eminim. Klasik şeyler diyen de vardır hatta. Evet bunlar olan şeyler. Bir şeyleri daha detaylı anlatmadan önce dizide dikkatimi çeken bir yeri paylaşacağım. Adam eşinin ona göre biri olmadığını, ikisinin de düşünce şekillerinin farklı olduğunu söylüyordu. Adam eve gece geç saatlerde gidiyordu bazı günler hiç gitmiyordu eşi ise onu merak ediyordu, o eve gelene kadar onu bekliyordu, uyumuyordu, yemek yemiyordu. Evet adam eşinden çok farklı. Düşünce yapıları da o kadar farklı ki adam eşini aldatıp çocuk yaptığı kadınla aynı şekilde düşündüğünü ve onu sevdiğini söylüyor. Sevdiği kadın ise öyle biri ki, adamın evli olup çocuğu olduğunu bildiği halde adama ayak uyduruyor, sanki çok doğru bir şey yapıyorlarmış gibi... Ve bir gün adamın evli olduğu kadın, kocasının onu aldattığı kadınla konuşuyor. Kadın hıçkıra hıçkıra ağlarken adamın karısını aldattığı kadın dimdik duruyor ve yaptığından pişman olmadığını, ne yapıp ne yapması gerektiği hakkında kimseden tavsiyeye ihtiyacı olmadığını söylüyor. Adamın eşi bunu bir şekilde öğreniyor, sonra ne mi oluyor? Buradan sonrasını yaşayan biri olarak anlatacağım. Sonra adamın eşi gidiyor ve ayrılmak istediğini söylüyor.
"Ayrılalım."
"Ne...Ne ayrılması?"
"Sevgilinle tanıştım... 2 gündür görüşmemişsiniz, merak etmiş, korkuyormuş."
...
Sonrası da böyle oluyor. Kadın hala seviyor adamı ama elden ne gelir? Acılar içinde bitiriyor her şeyi.
"Ayrılıkta sevdaya dahildir... "
Bu söz hakkında bahsetmek istiyorum biraz da. Ayrılınca insan birbirini özler, birbirinin kıymetini anlar. Bu çok doğru. 3 ay önce yaptığım şeyi hala saniyesi saniyesine hatırlıyorum.
O zaman bizim ilk ayrılığımızdı ama bizim ayrılıklarımız hiç sevdaya dahil olamadı. Sevda neydi bilmiyorduk belkide. Ben senin gözümün önünde yaptığın şeylere seyirci olurken yavaş yavaş öldüm. Sanki biri işkence ediyordu bana. Sevgilinden ayrılmıştın, üzgündün. Teselli ettim seni, saatlerce. Birkaç gün sonra başka bir sevgilin oldu. Bana "Beni biliyorsun, onunla da ayrılacağız." demiştin benim seni sevdiğimi bile bile... Bu ne demekti? Seni yedeğe bırakıyorum mu? Bunu söylerken bir kez olsun düşünmedin değil mi? Benim ne hissettiğimin ne önemi vardı? Bunu da düşünmedin. Beni hep görmezden gelmek yaptığın yapacağın en kolay şeydi. Çaba sarf etmek bu kadar mı zordu ulan? Sarf etmek zorunda da değildin, çekip gidebilirdin. Ama kaldın, kalbimin, benim sana ait olduğumu söyleyip beni kendine sıkıca bağladın.
Onca şeyden sonra gitmedim. Daha beteri oldu, bu sefer işkencem bitmişti. Akacak tek damla kanım kalmamıştı, gözlerime hücum eden göz yaşları bile buz gibi olan vücudumu ısıtamamıştı. Gitmiştim. Çoktan yapmam gereken şeyi geçte olsa yapmıştım. Peki ya sen ne yapmıştın? Kollarını iki yana açıp ıssız bir ormanın ortasında yaptığın eşşekliği kabul edişini haykırmıştın. Bu yaralarımı sarmak için miydi yoksa sızlatmak için mi? Ya da o an elinden gelen tek şey miydi...?
Şimdi bir şey daha söyleyeceğim. Bana kafana taktığın şey bu mu denebilir. Fakat şöyle düşünün. Telefonunuzu açıyorsunuz, galerinizi saran bir mutluluk var. Bu mutluluğu telefonunuzun rehberine "Benimki✨" diye kaydediyorsunuz. Bunun anlamı, o benim, o bana ait, ben ona aitim, nefesim, huzurum, her şeyim... Daha sonra sanki canınızdan can gitmiş gibi telefonu elinize alıyorsunuz ve bir zamanlar size nefes olan, şimdi nefesinizi kesmiş kişiyi "Benimdi💔" diye kaydediyorsunuz.
"Benimki✨"
"Benimdi💔"
Bu ikisinin arasındaki farkı düşünmenizi istiyorum. Ben düşünün dedim diye değil, kendiniz yaşıyormuşsunuz gibi düşünün.
Bir fuarda bir yazar kitabını verdiği bayana "Bunu önce kendin oku sonra sevgiline okut." demişti. Dikkatimi çekti, kitaba bir göz attım. Hoşuma gittiğinden aldım ve eve gidip kitabı okudum.
Kitapta "Bazen mutluluk diye bir şey yok diyorum. Oysa mutluluk diye bir şey vardı. Sadece ömrü kelebek ile aynıydı. Anlık görünen, tek olmayan ve güzelliğiyle büyüleyen; sonra da hayata gözlerini yuman bir kelebek... Bir gün sonra ölen kelebek...Mutsuzluğun ömrü uzundu! " diye bir söz vardı. Sanırsam 162. sayfanın başlarındaydı. Kelebekler hakkında size o kadar çok dert yanabilirim ki... hatta bir örnek vereceğim.
Dünkü yazdıklarımın arasında "Sen umudunu bulmuş bir kedi, bense umudunu hala bulamamış bir kelebek... " yazmıştım. Bana kelebekçik derdi. Bende kanatları kırık bir kelebek olduğumu söylerdim. Ve içimde uçuşan kelebekler şimdi birer ölü olarak derin bir uykuya daldılar. İşte bu yüzden kelebeklerin her ne kadar ömürleri kısa olsa da hikayeleri bir hayli uzundur.
Siz siz olun asla bir kelebeği üzmeyin, eğer üzerseniz isteseniz de ertesi gün bunu asla telafi edemezsiniz.