Yattığı yatakta doğruldu. Neredeyse beş yıldır yattığı bu rahatsız yatak artık o kadar da rahatsız gelmiyordu. Geceleri sığındığı yastığa baktı. Onu düşünerek gözyaşı döktüğü yastığa. Buradaki son günüydü. Yaptığı hatanın bedelini sonunda ödemişti. Theo, yakalanmıştı. Saka Kuşu'nun patlama gününden beri onda olduğu ve tabloyu yapılan tüm çağrılara rağmen geri vermediği ortaya çıkmıştı. Nasıl verebilirdi ki zaten? O, annesinden Theo'ya kalan son şeydi. Tutunabileceği son şey.
Her şey Amsterdam'da olmuştu. Planladıkları gibi tabloyu ihbar etmişler ve baskın yapılmasını izlemişlerdi. Geriye kalan tek şey bu lanet ülkeyi terk etmekti. Yapamadılar. Polis, onları buldu. Nasıl olduğunu bilmiyorlardı, o an pek de umurlarında değildi. Onları gözaltına aldılar. Boris, bu durumda ne yapması gerektiğini biliyordu. Hiçbir şey bilmiyormuş gibi davran. Theo, onu öperken defalarca kez fısıldamıştı bunu. Theo'nun istediği buydu. Polislere Boris'in bununla alakası olmadığını, onun hiçbir şey bilmediğini söylemişti. Boris de bunu destekleyince Theodore Decker, tarihi eser kaçakçılığından beş yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Ve o beş yıl bugün doluyordu. Eski ayakkabılarını ayağına geçirip yatağından kalktı. Yıllarını geçirdiği hücreye bir bakış attı. Küçük, paslı masanın üzerinde duran eskiz defterine. Boris'i özlediğinde oturup onu çizmişti. Sürekli onu çizmişti. Yatağının altındaki çantayı alıp kıyafetlerini, bir çift eşofman takımı ve bir çift iç çamaşırı, doldurdu. Eskiz defterini de içine koyup fermuarını kapattı. Boris'i düşündü. Kim bilir şimdi ne yapıyordu? Theo'yu unutmuş muydu? Beş yıl boyunca onu hiç ziyaret etmemişti. Sıkıntılı bir nefes verdi. Tabii ki unutmuştu. Theo'nun onu düşünmeden geçirdiği bir saniye olmamasına rağmen Boris, karakoldan ayrıldığı an onu unutmuştu. Neden hatırlayacaktı ki zaten? Theo, onun için sadece bir arkadaştı.
Dudaklarını öpüp belini okşadığı ve kulağına sevgi sözcükleri fısıldadığı türden.
Masada duran saati kontrol etti. Buradan çıkmasına on yedi dakika vardı. İnsanların iğrenç bakışları olmadan, etrafında dört duvar olmadan gökyüzüne bakabilmesine on yedi dakika vardı. Çıkışı için hazırladığı kıyafetlerini giyindi, ilerleyen yaşına rağmen hâlâ eski parlaklığına sahip saçlarını taradı. Bu kadardı işte. Theodore Decker buydu.
Bir asır gibi geçen dakikaların ardından gardiyan gelip onu aldı. Tanıdık simaların bulunduğu koridordan geçip işlemlerini yaptırdı. Üzeri son kez arandı ve cezaevinden çıktı. Ne yapacağını bilemeyerek etrafına baktı. Taksiler, aceleyle yürüyen, telefonlarıyla konuşan insanlar. Sosisli kokuları, korna sesleri. Hepsi çok yabancı geliyordu şimdi. Çantasını sırtlayıp ana caddeye indi. Aralık ayındalardı. Noel'e birkaç gün vardı. Çam ağaçları, şekerler hepsi dükkanların camlarını süslüyordu. Bankaya gidip biraz para çekti. Tanrı'ya şükür para cezası almamıştı. Hobie, dükkanın ve Pippa'nın iyi olduğunu, ikisinin de onu çok özlediğini söylemişti. Theo, buna inanıyordu. Çünkü ikisi de Theo'nun neler yaşadığını biliyordu. Ağrıyan karnını doyurmak için küçük çöreklerden aldı. Sora sora havaalanının yerini öğrendi ve metroya bindi. Yarım saatlik yolculuğun ardından biletini aldı. New York'a gidiyordu.
Boris'i bulmaya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rising in love | boreo
Fanfictionbebeğim ikimiz de biliyoruz. geceler, gündüzken söyleyemeyeceğin şeyleri söyleyebilmen için vardır. 191019-301019. one shots.