deserved it

199 18 6
                                    

Soğuk.

Hissedebildiğim tek şey buydu.

Bir hafta önce Martin denilen bi' adamı öldürmüştüm. Her şey çok ani gelişmişti. Tabloyu Sascha'dan almıştık. Zor kullanmak zorunda kalmıştık ama tablo yine de bizdeydi. Kutlama yapmadan önce dinlenmek için ayrıldığımızda yalnızca üçümüz vardık. Boris, ben ve tablo. Lanet otoparkta. Otele gidip uyuyacaktık. İstediğim şey buydu.

Aslında istediğim tek şey buydu.

Tanrı, benden nefret ettiği için diğer isteklerim gibi, bu isteğimi de gerçekleştirmedi. Martin ve adamı, ellerinde silahlarla, yolumuzu kesti. Boris, belli etmek istemese de korkuyordu. Korkmalıydı da. Alnına dayalı bir silah vardı. Martin, başta nazikçe tabloyu istedi. Boris'e vermesini söyledim ama inatçının teki olduğu için reddetti. Martin, sinirlendi ve yancısına Boris'i öldürmesini söyledi. İşte o an bir şeyler yapmam gerektiğini fark ettim. Bir şeyler yapmak zorundaydım.

Yoksa Boris'i kaybedecektim. 

Frits, Boris'i yakaladı. Boris, direnmedi. Başta ona bunun için sinirlendim ama sonra neden yaptığını anladım. Nereden çıktığını bilmediğim bir tozu adamın suratına fırlattı. Adam acıyla bağırıp geri çekilirken Boris, onu savunmasız bir anında yakalayıp elindeki silahı aldı. Her şey ağır çekimde gerçekleşiyordu. Boris'in silahın emniyetini açıp Frits'i vuruşu, bana eğil diye bağırıp namluyu Martin'e çevirişi.
Martin, uyanıktı. Boris'i tanıyordu. Namlunun ucu ona döndüğünde Boris'i vurdu. Kolundan, gözünü kırpmadan. Boris, şaşırmamıştı. Gülümsedi ve Martin'i karnından vurdu. Bir anda bunun bir paradoks olabileceğini düşündüm. Bu iki yarım akıllı sırayla birbirini vuracaktı ve böyle devam edecekti. Ama sonra ikisi de yere düştü. Hızla Boris'in yanına koştum. "İyi misin?" diye sordum. Ona zarar gelmiş olması beni mahvediyordu. Onu kaybetme fikri, beni mahvediyordu.

Belinden destekleyip doğrulmasına yardım ettim. "İyiyim, Potter. Sadece bir sıyrık." Sesi normaldi. Elleri hala sıcaktı. Gülümsüyordu. "İyisin." Güldüm. İyiydi. "Pek sanmıyorum, Borya." Martin, yaşıyordu. Tabii ki yaşıyordu. Alt tarafı karnından vurulmuştu. Ayağa kalktım ve ne zaman elime aldığımı bilmediğim silahı Martin'e doğrulttum. Bir saniye sonra Martin, yerde yatıyordu. Kafasındaki kocaman delikle.

Evet, onu vurmuştum. Evet, onu öldürmüştüm. Çünkü eğer bunu yapmasaydım o lanet herif bizi öldürecekti. Bir eli Boris tarafından vurulan karnındayken diğer elinde silah vardı ve sırıtıyordu. Ne yapacağı belliydi ve ben de onu durdurdum. Toparlanabildiğimizde arabaya bindik. Tablo bizdeydi. Boris, cinayeti birlikte işlediğimiz için ayrılmamız gerektiğini söyledi. Umurumda olan tek şey koluydu. Kolun, diye fısıldadım. Arabayı çalıştırıp bana döndü. "İyi olacağım, Potter. İyi olacağız. Seni otele bırakacağım ve Kiraz'a gideceğim. O tabloyla ne yapılması gerektiğini bilir. O zamana kadar otelde kal ve beni arama. Otelden ayrılma." Bana doğru uzanıp alnımı öptü. "Her şey yoluna girecek, Theo." Sonra önüne dönüp arabayı otoparktan çıkardı. Beni otelin arka sokağında indirdi. Arabadan indiğim sırada şoktan henüz çıkıyordum. Boris'e döndüm. "Ben bir katilim." Kaşlarını çattı. "Sen sadece bizi kurtardın, Potter. Katil falan yok. Tamam mı?" Kafamı salladım. Odaya çıkıp ağlamak istiyordum. Kendimden iğreniyordum. Belki de ölmek istiyordum. Ama bu düşünceler uçup gitti. Boris, bana doğru eğilip dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve tüm o kötü düşünceler bir anda uçup gitti. Geri çekildiğinde ne yapacağımı bilemedim. Gülümsedi. Her şeye rağmen mutluydu. Birini öldürmüştü ama yine de mutluydu. Nasıl olabiliyordu? O zaman bunu fazla sorgulamadım. Fakat tek başıma geçirdiğim koca bir haftada 'nasıl' olduğunu çözdüm. 

Çünkü o piç kuruları ölmeyi hak etmişti.

Çünkü biz mutlu olmayı hak ediyorduk.

Geçirdiğim o koca haftada bunun dışında düşündüğüm şeyler de oldu tabii. Yakalanırsam ne olacağı gibi. Bana, Kitsey'e, Pippa'ya, Hobie'ye, Popçik'e ve Boris'e ne olacaktı? Daha da önemlisi Boris'e şu an ne oluyordu? Bu sorularla kafayı yemeye başladığımda uymam gereken tek kuralı bozmam gerektiğine karar verdim.

Soğuk, canımı yakmaya devam ederken Kiraz'ın barına girdim. Boris, buraya geldiğim için beni dövecekti, burnuma zorla uyuşturucu sokacaktı. Ama umurumda değildi. Tezgaha yaklaşıp barmene gülümsedim. "Boris, burada mı?" Adam elindeki bardakları kurulamaya devam etti. Gözlerimi devirip taburelerden birine oturdum. Er ya da geç buraya gelecekti.

Yaklaşık iki saat sonra barın kapısı açıldı. Tezgaha yaslandığım kafamı o tarafa çevirdim. Gelen Boris'ti. İyi görünüyordu. Kolunda herhangi bir sargı yoktu. (Bunu kollarının kalınlığına bakarak anlamıştım ki düşünce oldukça garip oluyor.) Ayağa kalktım ve beni gördü. "Potter?" Gülümsedim. Barmen eliyle beni işaret edip "Eleman iki saattir seni bekliyor." dedi. Boris, ona teşekkür edip tekrar bana döndü. "Biz ne konuştuk seni ahmak? Burada ne işin var!?" Bağırması diğer ihtimalleri düşünce oldukça iyi bir tepkiydi. "Seni merak ettim. Bir hafta oluyor, Boris. Yaralıydın ve gittin. Yaralıydın ve ben sikik bir haftadır senden haber almadım. Ne yapmamı bekliyordun? Küçük bir çocuk gibi gelmeni beklememi mi? Siktir oradan." Boris, derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. "Oteldekiler senden şüphelendi mi?"  Gözlerimi devirdim. "Ben de seni özledim, Boris. Hayır, şüphelenmediler. Her zaman yaptığım gibi yemeklerimi tam vaktinde söyledim. İki günde bir kirli çamaşır verdim. Her şey harikaydı. Tabloyu ne yaptın?"

"Polise verdik." Şokla Boris'e döndüm. "Polise mi? Ne, nasıl?" Beni, arka tarafa yönlendirirken anlatmaya başladı. "Kiraz'ın tanıdığı polisler var. Bizim adımızı vermeden tabloyu teslim etti. Ayrıca yanına gelecektim, Potter. Sadece Saka Kuşu meselesinin tamamen kapanmasını bekliyordum." Utançla kafamı eğdim. Arka tarafa gelmiştik ve burada sadece ikimiz vardık. Yaralanan kolunu okşadım. "İyi misin?" Kafasını salladı. "Kiraz'ın tanıdık polisler haricinde çok iyi pansuman yapan adamları da var. İyiyim, Potter."

"Tanrım, Boris, ben... Korktum. Seni kaybetmekten korktum." Bunu söylemeyi uzun zamandır planlıyordum. Boris, beni kendine çekti ve saçlarımı okşadı. "Korkmana gerek yok, Potter. Ben iyiyim, sen iyisin. Mutluyuz ve birlikteyiz. Hak ettiğimi aldık."

rising in love | boreoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin