reunion - part 2

188 24 14
                                    

New York.

Havaalanından çıkıp bulduğu ilk taksiye bindi. Yolculuk beklediğinden rahat geçmişti. Taksiciye Hobart ve Blackwell'in adresini verirken arkasına yaslandı. Gitmesi gereken ilk kişinin Hobie olduğunu biliyordu. Yıllar boyunca onu düşünen, onun için endişelen tek kişi oydu. Boris'in yerini bilebilecek tek kişi.

Tanıdık cadde ve sokaklardan sonra taksi durdu. Theo, ücretini ödeyip indi. New York, her zamanki gibi soğuktu. Paltosuna sarılıp dükkana ilerledi. Mesai saati henüz bitmişti. Hobie, dükkanı toparlıyor olmalıydı. Derin bir nefes alıp camdan kapıya yaklaştı. İşte oradaydı. Çerçeveli gözlükleriyle notlar alan Hobie. Kapıyı açtığında çıkan ses onun kendisine doğru bakmasını sağladı. Yüzündeki kırışıklıklar artmıştı, saçları daha aktı. Ama gözleri hâlâ aynı canlılıkla parlıyordu. "Theo?" Theo, sertçe yutkundu ve gülümsedi. "Merhaba, Hobie." Hobie'nin yanına gelmesi ve kollarını ona dolaması neredeyse aynı anda gerçekleşmişti. Theo, tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı. "Çok üzgünüm. Sana söylemediğim için çok üzgünüm." Hobie, Theo'nun sırtını sıvazladı. İkisi de Theo'nun haklı olduğunu biliyordu bu yüzden hiçbir şey söylemediler.

Theo, mutfağa çıkıp Hobie'nin harika yemeklerinden yedi. Pippa, Londra'daydı. Kitsey, Tom Cable'la evlenmişti ve hatta bir çocukları vardı. Theo, buna sevinmişti. Eğer Boris'le geri dönebilselerdi nişanı atacaktı zaten. Yemeği bitirdiğinde ılık bir duş aldı. Temiz kıyafetler giyip gittiği günden beri hiç dokunulmamış odasına girdi. Yatağına otururken kapı pervazına yaslanmış Hobie'ye döndü. "Teşekkür ederim." Hobie gülümsedi. "Teşekkür edecek bir şey yok, Theo. Sen benim oğlumsun. Yaptıkların... Yaptıkların doğru değildi ve sen bunun farkındasın. Gerisi önemli değil. Şimdi daha fazla düşünme ve dinlen." Arkasını dönüp kapıdan çıkacaktı ki aklına gelen şeyle geri döndü. "Boris, sen içeri girdikten sonra New York'a döndü. Ayda bir gelip hem beni kontrol ediyor hem de seni soruyordu. Günden güne çöküşünü izledim, Theo. Seni deli gibi özlüyor. En son bir yıl önce gelmişti. Daha fazla dayanamadı sanırım. Evinin adresini biliyorum. Eğer gitmek istersen..." Theo, heyecanla atıldı. "Evet. Evet, gitmek isterim."

Boris, onu unutmamıştı. Boris, onu özlüyordu. Boris, onu merak ediyordu. Beş yıl boyunca kendi kendine sorduğu ve cevabını alamadığı sorular sonunda yanıtlanmıştı. Boris, New York'taydı. Hobie'den aldığı adrese göre eski bir binanın dördüncü katında kalıyordu. Evlenmemişti. Theo'dan sonra kimseyle görüşmemişti. Theo, bunun bencilce olduğunu biliyordu. Ama yine de Boris'in, kendisini beklediği fikri onu deli ediyordu. Bir yandan da endişeleniyordu. Hobie, onun günden güne çöktüğünü söylemişti. Ve bir yıldır da gelmediğini. Belki de beklemekten sıkılmıştı. Peki ya başına bir şey geldiyse? Theo, bi' deri bi' kemik kalmış göz altları mosmor bir Boris hayal etti. Olamazdı. Olmamalıydı. Endişeden kasılan midesini göz ardı ederek botlarını giydi. New York'a ilk kar düşmüştü. Paltosuna sıkıca sarılıp evden ayrıldı. Cebindek kağıt, onu yaşama bağlıyordu.

Metrodan indiğinde tam da olmak istediği sokaktaydı. Kasabın üstü. Turuncu bina. Caddenin arka tarafında kalan girişe yöneldi. Binanın kapısı açıktı. Demir kapıyı ittirip merdivenleri çıktı. Sonunda dördüncü kata ulaştığında titriyordu. Sebebi soğuk hava değildi. Üzerinde 'sakın basma sikkafalı' yazan zile aldırmadı ve zile bastı. Hiçbir şey olmadı. Zile bir kez daha bastığında içeriden Rusça küfürler duydu. Boris'in sesi. Hiç değişmemiş. Cam kırılma sesi eşliğinde kapı açıldı. "Düğmenin üzerindeki yazıyı okuyamıyor musun sikka-" Boris, durdu. Kaşlarını çattı. Kafasını iki yana salladı. "Theodore?"

Theo, kafasını salladı. "Selam." Boris, hiçbir şey söylemedi. Hâlâ şoktaydı. Theo, ona hak veriyordu gerçi. Bir anda karşısına çıkan kişi Boris olsa o da aynı tepkiyi verirdi. Aradan geçen birkaç dakikadan sonra Theo, umudunu kaybetmeye başladı. Tabii ki. Boris, onu beklemekten sıkılmıştı. Onu neden bekleyecekti ki zaten? "Boris, ben üzgünüm. Sandım ki-" Theo'nun lafı dudaklarına kapanan dudaklarla kesildi. Boris, onu sertçe öpüyordu. Bunca yıldır neredeydin? Seni çok özledim. Theo, kendine gelebildiğinde karşılık vermeye başladı. Boris'i özlemişti. Bu özlemin boyutunun farkında değildi. Taa ki şu ana kadar.

Boris, onu ensesinden tutup içeri çekti. Kapıyı arkalarından kapattı ve oksijensiz kalan akciğerleri için öpücüğe ara verdi. "Sikik herif. Seni o kadar çok özledim ki. Hobie'nin yanına her gittiğimde sana bir şey olmuş olmasından korktum. Tanrı'ya şükür iyisin." Theo'nun alnını öptü. "İyisin ve yanımdasın. Beş yıl, Potter. Beş yıl boyunca seni düşünmeden geçirdiğim bir anım olmadı. Orada, soğukta tek başına ne yaptığını düşündüm. Kabus gördüğünde seni sakinleştirecek kimse yoktu. Ataklarından kimsenin haberi yoktu." Theo'nun yanaklarını öptü. "Seni unutabileceğimi düşündün mü? Sen benim ışığımsın, Potter. Boktan hayatımda tutunabileceğim tek şeysin. Eğer geri döneceğini bilmeseydim, geri döneceğine inanmasaydım kendimi öldürürdüm." Kollarını Theo'ya doladı. "Ama döndün. Beni hayal kırıklığına uğratmadın, Potter."

Theo, ne diyeceğini bilmiyordu. Boris'in onu bu kadar fazla önemsemesi alışık olduğu bir şey değildi. Kollarını ona sarıp kafasını, boynuna gömdü. "Seni asla bırakmam, Boris. Ne olursa olsun. Ne kadar uzakta olursam olayım geri dönerim. Döneceğim." Onu kendinden ayırıp tekrar dudaklarına yöneldi. Bu seferki öpücük yavaştı. Theo, Boris'in saçlarını karıştırıyor Boris'se onun ensenini okşuyordu. Birbirlerinin tadını çıkarıyor gibilerdi. Theo, ellerini Boris'in beline indirdiğinde ne kadar zayıf olduğunu fark etti. "Zayıflamışsın." Dudaklarına değen dudaklar Boris'in cümleyi anlamasını zorlaştırdı. "İştahım yoktu." Theo, Boris'i kucağına alıp salona geçti. Onu kanepeye bırakırken paltosunu çıkardı. Boris, kucağına oturan adamın yanağını okşarken titrediğini hissetti. Kalbi, zihni ve vücudu onu özlemişti. Boris, Theo'yu tüm benliğiyle özlemişti. "Acele et." Theo, aldığı emirle Boris'in kazağını üzerinden çıkardı. Kendi gömleğini de kenara fırlattığında elini Boris'in göğsünde gezdirdi. "Ben yokken kimseye bulaşmadın değil mi?" Boris, kafasını iki yana salladı. "İhtiyacım olmadı." Theo, üstelemedi. Ona güveniyordu. Bir eliyle Boris'in bacağını okşarken diğeriyle yanağını okşuyordu. Boris, Theo'nun göğsüne küçük öpücükler bırakarak onu kendine bastırdı. "Acele et, Potter." Theo, ona gülümseyip üzerlerindekileri çıkardı - Boris, fazla masum gözüktüğünden onunkini de halletmişti -. Ve geriye sadece onlar kaldı.

Sadece birbirlerini hissediyorlardı.

rising in love | boreoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin