"SİGARA"

230 14 1
                                    

   Gökyüzünü koca bir kasvete boğan duygular şimdi de hüzne savmıştı sırasını, ruhu bedenden ayrılan canlı misali; içini dökmüştü yeryüzüne...

   Saatlerdir bakışıyordum mezar taşıyla. İstediğim, gözlerinin içine, son birkez bakmaktı. Unutuyordum, bir zamanlar o bakmaya kıyamadığım yüzünü, sesini, kokusunu...

   Yağan yağmur sonrası toprağın kokusu bastırıyordu o kokan her şeyi. Ben gittikçe nefret ediyordum kendimden. Gün geçtikçe öfkeleniyordum. Bu kadar acımasız mıydı hayat yoksa daha göstermediği yüzleri de var mıydı?

   Mezar taşını öptüm son kez,elimi dolandırdım toprağında. Usulca kalktım saatlerdir oturup kıpırdamaya cesaret edemediğim yerden. Gözyaşlarımı hızla silip uzaklaştım oradan. Issız bir yerdi mezarlığın çevresi. Zaten de yanında alışveriş merkezi beklemiyordum ya. Bulduğum ilk taksiye el sallayarak durmasını sağladım. Hızla kapısını açtığım taksiden yüzüme esen sıcak havaya aldırış etmeksizin bindim. Taksinin içi dışarıya nazaran hayli sıcaktı. Boynumu kaşındıran örgü boyunluğumu çıkardığımda, soğuktan buz gibi olmuş bedenime vuran klimadan süzülen sıcak hava iliklerime işlerken gerçekten üşüdüğümü fark ettim. Boyunluğumu montumun cebine koyduktan sonra taksicinin cevabını bilmediğim o soruyu yöneltmesiyle kendime geldim.

   "Nereye gidiyoruz?" meraklı gözlerle bir yer söylememi bekliyordu fakat ben de nereye gideceğimi bilmeksizin binmiştim taksiye.

  "İzmit Sahil'ine lütfen." deniz havasının iyi geleceğini düşünerek sahile gitmek istedim. Taksici başını onaylarcasına salladıktan sonra bakışlarım yol kenarındaki ağaçların savruluşlarına takıldı. Nasıl da başa çıkmaya çalışıyorlardı rüzgara karşı, nasıl haykırıyorlardı geceye...

    Taksinin yolun sağ tarafında yavaşlamasıyla çantamdan çıkardığım cüzdanımın içinden bir miktar para alarak uzattım taksiciye. Tam para vermiştim bu yüzden para üstü almayacağımı bilerek cüzdanımı çantama koydum.
  

Taksinin kapısını açtıktan sonra inmeye kalkıştığım sıra da taksiciye dönüp "İyi günler." dedim. O da ufak bir tebessüm sonucu "İyi günler." dedi.

   Taksiden iner inmez boynumdan vücuduma açılan boşluktan sızan, bedenimi soğuğa hapseden, soğuk hava adeta işliyordu tenimin her zerresine. Saçlarımı kendi hükümdarlığına hapseden rüzgar, yakıcı vuruşlarıyla da varlığını sürdürüyordu. Yürüdüğüm asfalt yolun denize yakın kısmına geldiğimde adımlarımı güçsüzleştirdim.

   Gözlerim gümüşserviyle buluşurken, aldığım derin ve yakıcı nefesi ciğerlerimin isyanlarına aldırış etmeden çektim içime. Elimi attığım çantamdan çıkardığım sigara paketini aralayarak içinden bir dal alıp çantama geri koydum. Dudaklarımın arasına bıraktığım sigarayı yakmamla dumanların kendini rüzgara bırakması saniyeler sürmedi.

Bir terapi miydi yoksa kendimi avutmak için kullandığım bir şey miydi, emin değildim. Fakat iyi geliyordu. Yanan sokak lambalarının ışığından, bankların ve bir elin parmağını geçmeyecek insan gölgeleri yere düşüyordu. Bir an çevreden gelen tek tük insan sesleri kesildi. Ölüm sessizliği denen sessizlik bu olsa gerekti. Sessizliğe uyum sağlamak istercesine kapanan gözlerime karşı koymadım. Dudaklarımın arasından kurtardığım sigarayı bu sefer parmaklarımın arasına tutuşturdum. Soğuk havaya karışmaya ant içmiş duman, dudaklarımdan kaçarmışcasına süzülüyordu.

"Sessizliğe yemin etmiş olan geceye inat; sağır kalplere dokunan dalga sesleri, adeta boğuyordu insanı duygu sellerinde."

   Soğuktan hissizleşen bedenim gittikçe daha da yakıcı vuruşlar savuran rüzgara karşı direnmeye çalışırken uzun bir gölgenin yanıma yaklaştığını fark ettim. Sarhoş olmadığı yürüyüşünden belliydi. Aramızdaki mesafeyi hızla yitiren gölge, hizama gelip sol tarafımda durdu.
Ne amaçla yanıma geldiğini anlamamın yanı sıra tanımadığıma emindim. Başım sıkıştığında gidebileceğim, sıkıntılarım olduğunda anlatacağım bir arkadaşım ya da yakınım yoktu. Çoğu zaman canımı yakan, gerçeklerle yüzleşmeyi öğreten hayat beni acılara karşı duygusuz bir insan haline getirmişti. Zamanla alışmıştım yanlızlığa, kendi yaralarımı kendim sarmaya...

  "Sana zarar veriyor," dedi kendinden emin sesiyle. Sigarayı son kez derin bir şekilde içime çektim. O yüzünü dönmüş bana bakıyordu fakat ben gözümü denizden ayırmıyordum.

   "Öldürüyor." yarım bıraktığı cümlesini tamamlamak istercesine bitirdi sözünü. Cevap vermem gerekiyor muydu, bundan emin değilken yüzümü ona çevirdim. Gecenin sessizliğinde boğulmuş gözleri öfkeyle gözlerimin içine haykırırcasına bakıyordu.

  "Ne acı ki, beni öldüren en güzel şey bu." elimdeki yanmaktan yitmiş olan izmariti göstererek gülümsedim. Bunu gözlerinin içine bakarak söyledim. Az önce gözlerime öfkeyle bakan gözlerinin yerini tarifsiz bakışlar aldı. Şaşkınlık değildi bu bakışları ya da az önceki öfke...

  "Kendini göz göre göre öldürüyorsun." gözlerini gözlerimden çekip denize sürdüğünde yüzüme yakıcı vuruşlarıyla okkalı bir tokat savuran rüzgar gözlerimi istemsiz doldurdu. Yandan yüzüne vuran ay ışığı yüz hatlarını fazlasıyla belli ediyordu. Çenesinin kasıldığı her halinden belliydi.

"Hayır, kendimi öldürmüyorum." onun gibi bakışlarımı denize diktim. "Sadece be..." cümlemi tamamlama izin vermeden sözümü kesti.

   "Sadece seni öldüren hayata yardım ediyorsun." sesindeki öfkeyle karışık isyanı istemsiz ürküttü beni. Cümlemi eksiksiz tamamlamasına şaşırmamla beraber beynimi okuduğunu falan düşündüm. Bir şey söylememi bekliyordu, belki bir sebep, belki onu avutacağımı sandığı bir bahane.

  Fakat daha fazla konuşmanın bir ehemmiyeti yoktu. Sessiz kalmanın en doğru cevap olacağını düşünerek sustum, o da sustu.

  İkimiz de konuşmuyorduk, konuşmak için de sebebimiz yoktu. Konuşmak için birbirini anlaması, dinlemesi gerekiyordu insanın. Ne o beni anlıyordu ne ben onu. Birbirimizi tanıdığımızı, anlayacağımızı sandığımız insanlarla bile konuşamıyorken, iki yabancının birbiriyle konuşup birbirini anlamasını beklemek akıl kârı mıydı?

  Aslına bakılırsa hiç tanımadığım biriyle diyaloğa girmem bile saçma ve gereksizdi. Onun kim olduğunu bilmiyordum, oda beni tanımıyordu. O zaman neden yanıma geldi ki? Aklımdaki tüm soruları bir kenara bırakıp şuanki durumuma dönmem lazımdı. Hava gittikçe soğuyordu, biraz daha kalırsam soğuktan yüz felci geçireceğimi bile düşünmeye başladım. Bakışlarımı denizden alıp onun yüzüne çevirdim. Mimiklerinde en ufak bir değişiklik bile yoktu. Sadece bakıyordu, çok derin bakıyordu...

  Sağ ayağımı bir adım geriye atarak onu hizasından geriledim. Bir kaç adım gerileme sonrasında kadrajıma sığan bedenini istemsiz süzdüm. Benden hayli uzundu, biraz çelimsiz, zayıf bir hali vardı fakat dışarıdan pek te kötü göründüğü söylenemezdi. Elleri cebinde, ayakları tam omuz hizasında ve başı dikti. Hava karanlıktı buna rağmen onu bu kadar süzebilmeme ben bile şaşkındım. Biraz daha kalırsam donacaktım orası ayrıydı tabii.

   Hızlı adımlarla yanından uzaklaşmaya çalıştım. Evet, çalıştım sanırım ayaklarım soğuktan kazık gibi olmuştuki, adım atamıyordum. Ben gitmek için her adım attığımda sanki iki adım ona geriliyordum.

  Bunun tek sebebinin soğuk hava olduğunu düşünsem de içimde başka bir huzursuzluk vardı. Adımlarımı atamayacak kadar güçsüzleştirdim, ben bile kendimden beklemediğim bir atakla arkama döndüm. Fakat görmek istediğim manzara şu yana dursun az önce yaşadığım olayın gerçekliğinden bile şüphelenmeye başladım o an.

SÜVEYDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin