9- "Hiç"

77 12 0
                                    

"Yollar adına yaşayan insanlar vardır. Bir yol çizerler ufka, sessiz ve sedasız. Yolun sonunu güneşe çeker, ipi gerer, hayatı cambaz ederler. Güneş kaplar ufku. İhtişamla parıldarken akşama doğru paleti boyar turuncu. Yollar uzanır, yıllar saklanır. Yolun sonunu ufka, güneşe çizenler; yarı yolda yorulur yılları kaybolur. Zamanın ipini elinde tutanlar, yolun eyerine anı koyarlar, ona sımsıkı tutunurlar. O vakit yıllar, yollara eşlik eder. Bu ufak bir sırdır. Anahtar sende saklıdır."

Hissetmek.

Ne demekti hissetmek? Yanlış olan çoğu şey vardı bu kara parçasında. İnsanlardır belki de en dayanılmaz yanlış olan. İnsanlar, kendileri ile bütün olabilecek ruh eşi ararlar. Hayatlarını bir ruha adamak için. Fakat şunu bilmezler,

Hiçbir ruhun eşi yoktur ki gökyüzünde.

Yazmaya çalışmak fakat yazamamak. Elin yazmak için dokunmaya çalışır fakat anında çekilirsin. İçinde o kadar birikmiştik vardır ki hangisinden başkayacağını bilmezsin. Hangi suçun cezasını çekeceğini bilemez hale gelirsin. Son kez, son kez yıldızları gördüm ve ondan sonraki tüm zaman durdu.

Her şey anlamını kaybetti. Yelkovan bana küstü, güneş karanlığa büründü.

Hiç istemediğim bir şekilde koyuyordum onu merkezime. Duygularım ile yönetiyordum kendimi. Gözlerim görüyor, tek acı dahi hissetmiyordum. Biz, biz olmaktan çıkmıştık. Tamamen farklı kimlikteydik.

Dokunmak istemedik rüyalara. Ölüm kadar rahatmış ayrılık.

Aylar ya da yıllar fark etmezdi. Fakat fark eden tek şey ikimizin de birbirinden gitmiş olmasıydı. Yoktu, yoktum, yoktuk.

Yine, yeni, yeniden.

Şu döngü...

Siesta'ya gitmeyeli fazla olmuştu. Çünkü ayağımı nereye atsam onu hissediyordum. Daha yeni alışmışken olmaz, kahretsin. Yine aklımda.

Biraz da olsun kafamı boşaltmak için dışarı çıktım. Terk edilen birçok ev vardı. Küçükken hep şunu düşünürdüm, acaba evler de üzülür mü? Onları terk eden insanlar alıştıkları bir yerden nasıl çabucak kopabiliyorlardı? Her geçtiğim eve gülerdim. Onlar da benim gibiydi.

Terk edilmiş ama mutlu. Terk edilmişliklerle birlikte, aynı hissi paylaşanlar da yalnız değildi.

Kulaklığımı taktım ve kendimi güneşe bıraktım. Yürüdüm, sadece yürüdüm. İlk defa alışılmışlıktan uzaktım. Kendimdim.

Güneş inzivaya çekilirken kendimi öylesine bir yere bıraktım. Tek istediğim gökyüzüne bakmaktı.

Gerçekleri hissediyorum. Hileden uzak, ilk defa gerçeği hissediyordum.

Oysaki benim yıldızım gerçeğimde saklıydı. Nefret işte, nefret kadar.

Zar zor ayağı kalktım kalan son gücümle ve yürümeye başladım. Her şeyin sonuna geldim. Düşünmek, görmek ya da hissetmek. Kalan son tanelerimle, kendi yarattığım dünyanın önünde durdum. Güldüm, sadece biraz olsun güldüm. İçimde kalan tüm gözyaşları teker teker gitti içimden. Oturdum önüne düşündüm sadece. Ellerime bakıyorum, yıllanmış birer kemik parçası. Ufak bir ışıltı gördüm, ayağı kalktım, tam da şu andan sonra düşünmeyi reddettim.

Küçük aralıktan geceyi aydınlatan küçük ışığa doğru yöneldim. Ayağımı attığım an, bir kuvvet beni içeri çekip sırtımı sertçe duvara yasladı. Ani sinirle gözlerimi açtığımda şapkalı birini gördüm. Ellerinden güç alarak bana yaptığının aynısını yapıp geriye doğru sertçe ittim. Telefonumun ışığını açtım. Karşımdaki simaya bakınca tamamen rüya olmasını istedim.

'Siesta | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin