Çoğu zaman istemeden de olsa insanlara ihtiyaç duyarız. Herhangi bir şeyde dahi.
Fakat akılda hep olan soru şudur:Benim verdiğim kadar, beni önemser mi, sever mi gerçekten?
Bunun hayatımızda asla değişmeyecek bir gerçek olması kadar can yakan hiçbir şey yoktur. Ben siyah ile dans etmeye başladığımdan ya da beyaz bana küstüğünden beri, gerçek olan hiçbir şeye inanmadım.
Ellerimden tuttu, giydiği siyah ve şehvet içeren kürkü de bana eşlik etti. Siyah bir kuğu karşısında gölgesi olan beyaz ile dans ediyordu. Aynalara meydan okuyan şeytan, şimdi karşısında tam kendisine bakıyordu. Tek bir farkla:
Artık siyah ve beyaz kanatlar, ruhlarını birbirlerine adamış gibi, hiç durmadan dans ediyorlardı. Beyaz olan elindeki örtüyü yavaşça siyahın gözlerine örttü. Tam o andan sonra, şeytan artık her şeyi, tamamen siyah görmeye başladı. Ne beyaz ne kırmızı. Her şey onun gözünde tek bir şeyden ibaretti,
Siyah.
Karşında ister beyaz olsun ister kırmızı; renklerin sihirini yapmak çok kolaydır.
Beyaz olan siyahı gördü. Ve bir anda, bir gölge onun ruhunu sömürdü. Artık siyah yoktu. Fakat beyaz neydi?
Bitti.
Tüm her şeyin alt üst olduğu bir dönem vardı hayatımda. Yoongi'nin Jimin'i araştırması, Jungkook'un kaçması ve Jimin'in yalan söylüyor oluşu. Tek masum ben gibi gözüküyordum. Ama anlamadığım nokta hepsinin birbiri ile nasıl bağlantılı olduklarıydı. Peki ya Jung Hoseok? O hangi oyuna perde çekmişti?
"Her şeyin bir kilit noktası vardır elbet." diyordum sürekli. Olmak zorundaydı, çünkü saçmaydı hepsi. En başta da Park Jimin. Ve en son, Jeon Jungkook.
Ben kimseyi sevmezdim. Belki ten olarak evet, peki ya duygu? Eğer bir insanı sevmek istiyorsak tenine değil kalbine dokunmaktan yanaydım. Her şey oldu demektense olmayacak demekten yanaydım.
Çünkü benim gücüm olsaydı eğer, sadece kendi dünyam için yaşamazdım.
Öylesine bir yerdeydim. Neresi diye soracak olsa biri, sadece birkaç taşın üzerine oturup manzarayı izliyorum derdim. Gitmeyi düşünüyordum. İstediğim herhangi bir yerde, buradan uzakta olmak istiyordum. Tekrardan yeni bir dünya istiyordum. Fakat içimdeki beyaz kanatlı hep siyahı yeniyordu. Konuşmak istedim, aklımda kim ile ilgili soru işareti varsa konuşmak istedim. Fakat alacağım cevaplar, hayatımda uydurduğum birçok yalandan daha kötü olacaktı. İşte o zaman ben gidecektim. Ama ben istemiyordum, o bende kalsın, kimse bilmesin, sadece benim bir sırrım olsun.
Sokakta öylesine yürürken birkaç gün önce kaldığım evin önünde durakladım. Bakacaktım sadece, konuşmayacaktım çünkü biliyordum, konuşursam eğer, gölge olacaktım, ben değil.
Belki de cevap arayacaktım.
Tek bildiğim şey artık gücümün kalmadığıydı.İçeriye adımladığımda tam kapının önünde Jungkook vardı.
Çok, çok özlemiştim o iki çift irisi. Yalan olsalar dahi, yanılacağım en güzel yalanlardı. Saçları dağınık, üzerinde öylesine bir kıyafet ve uykusuz gözler vardı. Fakat kutsal kitaplarda bahsedilen tüm güzellikler, artık can bulmuş gibiydi.
Benim yandığım kadar sen bana kül olsaydın, ne siyah kalırdı ne beyaz.
Beni gördüğünde gözlerinde her türlü duyguyu barındırdı: korku, öfke, sevgi, aşk... Belki bir tanesi hariç.
Siz Jeon Jungkook'ta şehvet göremezdiniz. Onun aynaları hep tek bir şeyi gösterirdi:
Siyah, siyah, siyah.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
'Siesta | taekook
FanfictionBu geceki misafirim, bir şovmenden ziyade kötü güçler karşılığında ruhunu şeytana satmış bir büyücüdür. Aslında bakarsanız sizler de öylesiniz. Hayallerinizi arzulayıp gecenize haspedersiniz. Kısaca hayalleri, şeytana armağan edersiniz. Fakat korkma...