13- "Fısıltı"

86 9 7
                                    

Yavaşça ama sakince öldür beni. Üzgün olmak için doğduk, görebiliyor musun; içimdeki sonsuz yağmuru hissedebiliyor musun?

Bu geceki misafirim bir şovmendi. Şeytanla anlaşmış, ruhunu şeytana kaptırmıştı. Ruhu siyah, kanlı bir yoldu.

Siz siyahında kırmızı çiçekler açtıran birini görmüş müydünüz hiç?

Görmüştüm işte. Ben görmüştüm onu ve batıyordu. Dikenleri ellerime batıyordu. Kanaya kanaya iyileşmeye çalışıyordum.

Doktor, benim iyileşme ihtimalim nasıl olabilirdi?

Aklıma yeniden dolan görüntülerle buz kesildim. Hoseok, elini silah işareti yapmış, Yoongi'ye uzatıyordu. Elleri vahşet kokuyordu. Bunu hatırlamaktan, bu ruhtan nefret ediyordum. Hamlemi herkesten önce yapmalıydım. Herkesten bir adım önde olmalıydım. Yoksa bu silahsız savaşta yenik düşer, huzur kaçıran bir siyaha dönüşürdüm.

Öyleyse, çoktan yenik mi düşmüştüm?

Kafamı kurcalayan ve hiç de hoş olmayan bu görüntüleri toz bulutuymuş gibi dağıtmayı denedim. Jungkook'un yanından ayrıldığım zamandan beri ne yapacağımı düşünüyordum. Yoongi, ne yapıyordu böyle? Kendi sonunu getiren birini mi oynuyordu? Duygularının esiri olmuşcasına hareket ediyordu. Üstelik canından olması an meselesi iken.

Helios koşuyordu, vahşete doğru durmadan koşuyordu. Vahşetin kokusu yakınımızdaydı. Sanırım Yoongi ile konuşmamın vakti gelmişti. Geç kalınmış bir konuşmayı gerçekleştirmek üzere ayaklandım.

Yoongi'yi bulmayı umarken bulduğum kişi çok başkaydı.

Mükemmel gözüküyordu. Gözlerimi kamaştıran bir güzelliği vardı. Yine.

"Bakışların aradığın şey olmadığımı söylüyor."

Öyleydi. Ona sesimi çıkaramadım; aradığım şey değilsin, izin ver gideyim diyemedim.

"Sesin çıkmıyor Taehyung. Benimle konuşmak bu kadar mı zor?"

Derin bir nefes almaya çalıştım. Ciğerlerim biraz daha oksijen için yalvarıyordu sanki. Sesimin çıkmasını umdum sadece.

"Sentinel. Sentinel diyeceksin, Thanatos. Kuralları yıkıp durma artık."

Yüzünde çok silik bir gülümseme gördüm. Gördüm sandım ya da. Gülüşü bile acıtıyordu.

"Kurallar uğruna mı bıraktın beni yoksa..." duraksadı.

"... Sentinel?" Yaramı kanatmak ister gibi söylemişti bunu. Böyle olmalıydı. Olması gereken buydu.

Bu geceki misafirim, bana fazla geliyordu. Ağzından çıkanlar oktan farksızdı. Devam etti.

"Bütün güzellikleri mahvetme huyundan asla vazgeçmeyeceksin. Jimin'e ne söyleyip onu bu hale getirdin bilmiyorum ama öğreneceğim. Öğrendiğimde Sentinel, adımın hakkını vereceğimi bilmeni isterim. Yıkımına yıkım cevap verecek."

Konu oydu. Jimin'di. Beni, bizi mahvedendi. Yıkımımım aklını kurcalayandı. Nefretin, acının kaynağıydı.
Acımın acı kaynağı...

"Thanatos,"

Kıvranıyordum.

"Jungkook,"

Yapacağım, dedim kendime.

"Jungkook, sayamıyorum yıldızları. Gökyüzünün nesi var? Gitmemi istiyor sanki. Gökyüzü kocamanlığına sığdıramıyor mu bizi?"

Devam etmem gerekiyordu.

"Bak, bana bak. Dizlerim kanaya kanaya girdim o yola ben. Kanıyor, acıyor, görmüyorsun. Aç gözlerini, aç artık gözlerini. Gör beyazı. Gerçekliğe uyan, sığdır bizi o kocamanlığına."

Boşluğa mu bakıyordum ben? Siyahlıktan başka bir şey yoktu karşımda.

"Senin beyaz dediğin gerçeklik bile siyah. Beyaz çok sönük duruyor seninle. Öyle ki, siyahım bile senden kaçmak istiyor."

Bana doğru geliyordu. Yaklaştı, çok, çok yakındı şimdi bana. Elleri yakaladı önce belimi, ayakları değdi benimkilere. Göz kapaklarıma ağırlık çöküyordu. Kapadım ben de gözlerimi. Eğildi, yanağıma minicik, ürpertici bir öpücük bıraktı. Durmadı, kanattığı kadarı onu tatmin etmedi. Kulağıma yaklaştı sonra.

Fısıltılar insanın canını çok yakardı, bilirdim.

"Beyazı söndüren sensin."

Eller yoktu, sıcaklığı gitmişti. Gözlerim kapalı, infazımı bekliyordum öylece.

Huzursuz ediciydi.

Hayır, huzursuz ediciydim.

Beyazı söndüren bendim.

Karanlık da bendim.

Yıkılır, yıkardım.

Gözlerimi açmam için cesaret gerekiyordu. Cesaretin kırıntıları da terk etmişti beni. Acıya tutundum ben de, araladım gözlerimi. Hiçbir yerde yoktu. Ne yapıyordum ben? Biri için buradaydım. Yoongi, onun için dışarıdaydım. Yoktu değil mi? Görünür hiçbir yerde yoktu. Gücüm de kalmamıştı aramaya.

Davetsiz misafirler, huzur hariç her şeyi getirirdiler.

Yoongi'ye ait olan mektubu çıkardım cebimden. Mektup, Jung Hoseok gibi korku doluydu. Bu korku sahibini bulmalıydı. Bir şeyleri yoluna koymak istiyorsam buna göz yummalıydım.

Az önce yaptığım şey ile hâlâ ellerim titriyordu. Mektubu bıraktığımda Yoongi'nin tepkisine bakıyordum. O anda ezberlediğim sözler geldi aklıma birer birer:

"Kendi oyununda yenileceksin demiştim Amon. Sen o sevdiğin güzel tablolara bak, ben onlarda bir yerde gizliyim. Hatta sana bir ipucu vereyim. Ne kadar unutkan biri olduğumu bilirsin. Hep her şeyi unutan biri oldum. Tek bir tarih dışında. 12/10/2015. Geriye bir dön bak Min Yoongi, ama uzunca bak, çünkü ne senin ne de perinin zamanı kaldı güzelim. Bu bir vedaydı sanırım. Bazen susup sadece beklemek ve...

O hiç inanmadığın Tanrı'ya bir kez daha dön bak. Ben seni koskocaman gökyüzüne sığdıramadım. Ama Tanrı'nın işine bak! Sen iki kişiyi bir kalbe sığdırdın.
Ve inan bana o gün seninle gün batımını izlemeseydim şimdi pişman olacağımı biliyordum.

Unutma, şeytan her zaman yer altında değildir. Tam aklında, aklının her köşesindeyim. Unutma, unutma ki sevgilim, beni hatırla ki seni sevdiğim aklına gelsin. Bende görünen sensin, ben kendim yokum, var olan sensin."

Uykuya ihtiyacım vardı. Uykuyla bir şeyler düzelirdi.

Kendimi güzel kandırıyordum.

Siesta bu gece Sentinel'i paramparça etmişti. Sentinel odasına gidiyordu bir parça uyku için. Tam da o an, odasının önünde bu geceki yıkımını görür gibi oldu.

Sentinel yıkımı karşısındaymış gibi fısıldadı. Fısıltılar nasıldı?

"Şimdi sana söylüyorum. Yavaşça ama sakince öldür beni."

"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
'Siesta | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin