Çanta aklımdan çıkmıştı. Hiç vakit kaybetmeden çantayı elime aldım. Tam açacakken Ebru'nun çığlığı korkup sıçramama neden olmuştu. Koşar adımlarla Ebru'nun odasına gitmiştim. Gittiğimde Ebru'nun yerde yattığını görmüştüm. Onun bu hâli refleksle telefonu elime almama neden olmuştu. Hemen ambulansı aramıştım. Kalbim durmuş, sadece bedenim yaşıyormuş gibi hissediyordum. Ambulans gelmiş, Ebru'yu hastahaneye getirmiştik. Birkaç saat sonra Ebru kendine gelmişti. Kapıyı tıklattım, içeri girdim. Hemen ona neler olduğunu sordum. Bana pencereden siyah bir adamın ona el salladığını görmüş olduğunu söylemişti. Ama nasıl olabilirdi? Onun meselesi tek ben değil miydim yani ¿ Kalbimi korkunç bir his sarmıştı. Ya Ebru'ya bişey olsaydı? En iyisi bu evden, olmadı bu şehirden taşınmaktı. Ebru hâlâ titriyor, hep o siyah adamı sayıklıyordu. Onun bu endişesi beni de korkutmuştu. Koltukta otururken bir anda aklıma çanta gelmişti. Hastahaneden Ebru'nun çıkış formunu imzalayıp, ayrılmıştık. Eve geldiğimizde ilk önce oturma odasına gitmiştim. Ama nasıl olurdu? Çanta yerinde yoktu. Koşarak balkona doğru ilerledim. Ama kapılar kilitliydi. Nasıl olurda içeri girip çantayı alabilirdi ki? Ebru'nun yanına gittim. Çantayı görmediğini söyledi. İçimdeki korku bi' nebze dâhi olsa büyümüştü.Telefonum çalıyordu. Arka cebimden telefonu çıkartıp, açtım. Beyza hemşire hemen hastahaneye gelmem gerektiğini ve bir ameliyat olduğunı söylemişti. Arabaya binmiş, hastahaneye doğru ilerliyordum. Ebru benimle gelmeyeceğini, yatıp birazcık dinleneceğini söylemişti. Hastahaneye gelmiştim. Hemen ameliyata girdim. Makas, bez, iğne derken ameliyat bitmişti. Elimden gelen herşeyi yapmıştım ama beyin kanamasını durduramamıştım. Kapıdan dışarı çıktığımda kulaklarımda “Tuğkan'ın -Ele lâyık” şarkısı çalıyordu. Hastahanenin bu müzik sesi beni daha da duygulandırmıştı. Beni en çok üzen şey hastanın hiçbir ziyaretçisi olmamasıydı. Evet açıklama yapmayacaktım. O ağlayan gözleri görüp bende ağlamayacaktım belki ama hayatımda ilk defa bu durumu yaşıyordum. Bu beni daha çok duygulandırmıştı. Yerimden kalkamıyordum. Beyza hemşire yanıma gelip beni teselli etmeye çalışıyordu. Yâ doktor olmak gerçekten çok zordu. İnsanlar herşeyi çok kolay yapılıyor sanıyordu. Ama bizimde duygularımız vardı. Biz sadece hasta tedavi etmiyorduk. O hastalarla tedavi oluyorduk... Onlar mutlu olduğunda bizimde kalbimiz mutluluktan atıyordu. Onlar üzüldüğünde bizde üzülüyorduk. Lütfen şu mesleği kolay sanmayın diye haykırmak istiyordum. Her aramada, her ameliyat var dediklerinde o dışarda bekleyen umutlu gözler üzülmesin diye hayatımızdan kısıp çaba harcıyorduk. İnsanların bu basit düşüncelerini kafamdan atıp odama geçmiştim. Her zamanki gibi dosyaları inceliyordum. Gözüme bir hastanın giriş formu çarpmıştı. Merakla elime aldığımda fotoğrafının olmadığını görmüştüm. Ama nasıl olurdu ki? Bu hastahaneye hiçbir fotoğrafsız dosya girmezdi. Girse bile ya ajan ya da gizli bir görev de olan kişilerin olurdu. Acaba ben mi yanlış biliyordum? Dosyayı elime alıp, kapıya doğru yönelmiştim. Derin bir nefes alıp, müdürün kapısını tıklatmıştım. Açtığımda müdür telefonla konuşuyordu ve ben gelince hemen susmuştu. Masasına doğru yavaş adımlarla ilerliyordum. Yanına geldiğimde dudaklarımı yavaşça kımıldatıp, “Afedersiniz müdür bey dosyaları incelerken fotoğrafı olmayan bir dosya gördüm. Bende bilginiz olsun diye size getirdim, ” dedim. Müdür kekelemeye başlamıştı. Bu işte bişey yoksa bende bişey bilmiyordum! Birşeyler dönüyordu ama ne ¿ Önce odamda fotoğrafı olmayan bir dosya, sonra müdürün aniden telefonu kapatması ve en önemlisi, söylediğimde kekelemesiydi. Korkmuyordum belki ama içimi bir his kaplamıştı. Müdür Bey'in sesi ile sıçramıştım. “Evet ben onu halledeceğim, sen biraz yorgunsun sanırsam. Bugün sana izin veriyorum gidip dinlen, yarın gelirsin, ” demişti. Bende teşekkür edip, odadan ayrılmıştım. Eve gitmek istemiyordum. Biraz kafa dinlemem lazımdı. Ve bu yüzden deniz kenarına gitmeye karar vermiştim. Kulaklığımı yanıma alıp, en sevdiğim müziği açmıştım. Her dinlediğimde kendimi daha iyi hissediyordum. Arkamdan sıcak bir elin dokunduğunu hissetmiştim. Refleks olarak ayağa kalkmıştım. Ve arkamda Ebru'yu görmüştüm. İşte hangi özürlü olabilirdi ki? Tabii ki de Ebru olacaktı. O kadar üşümüş olmalıydı ki tir tir titriyordu. Ona doğru dönerek “Napıyorsun yaa kalbime inecekti az daha hem sen hasta değil miydin? Ne diye geldin? Bak üşüyeceksin, ” dedim. O da yüzünü buruşturarak “Üşümek mi o da ne? Benim dostum burda, bu soğukta donacak kadar üzülmüş, ve ben üşüyeceğim ha? Yok öyle bişey hadi kalk eve gidiyoruz, ” demişti. Bende hiç itiraz etmeden başımı onaylamak anlamıyla aşağı yukarı oynatmıştım. Bu kızın halleri beni benden alıyordu. Arabaya bindik ve evin yolunu tutmuştuk. Yol kenarında siyah bir karaltı görmüştüm. Evet yanlış görmemiştim bu oydu. Ve elinde çanta vardı. Arabayı sağa doğru çekmek için sinyal yaktığımda, Ebru'nun şaşkın bakışlarına maruz kalmıştım. Hemen ona doğru dönerek, “İşte orda. Evet bu o ve çanta elinde duruyor. Çabuk ol, o çantayı elinden almalıyız, ” dediğimde zaten kimden bahsettiğimi anlamıştı. Bana doğru dönerek, “Ne saçmalıyosun sen yaaa? Onun yanına gitmek mi? Ölsem de gitmem. Sende gitmeyeceksin! İtiraz istemiyorum, ” demişti. Bende ona kızgın bir ifade ile bakıp, arabayı çalıştırmıştım. Aklım hâlâ çantada kalmıştı. Ama yola devam etmiştim. Eve geldiğimizde çanta aklımdan çıkmıyor ve içinde ne olduğunu çok merak ediyordum. Ebru yanıma gelmiş ve bana doğru kahve uzatıyordu. Teşekkürler deyip, kahveden bir yudum almıştım. Biraz laftan sözden muhabbet etmiştik. Ebru uykusu olduğunu ve biraz dinleneceğini söylemişti. Bende can sıkıntısından İnstagram'a girip, dolaşmak için telefonu elime almıştım. Bi' yarım saat sonra dışardan araba sesi gelmişti. Bende merak edip, cama doğru yönelmiştim. İçinden bir kaç kişi inmişti. Ve karşı binaya doğru ilerliyorlardı. Ben ise camdan geriye doğru çekilmiş, bardakları mutfağa taşıyordum. Bulaşıkları makineye dizmiştim. Çanta aklımdan dâhi çıkmıyordu. Çantamdan bir kaç hafta önce ki gelen zarfı çıkartmıştım. Saat 00:05'ti. Evet karar vermiştim. Gidip o eve tekrar bakacaktım. Sessizce çantama el feneri ve orada lazım olacak eşyalar almıştım. Kapıyı yavaşça çekip, ayakkabılarımı giymeye koyulmuştum. Merdivenleri yavaş yavaş inerken, içimi bir tereddüt kaplamıştı. Derin bir nefes alıp, arabaya binmiştim. Artık dönüşü olmayan bir çıkmaz sokaktaydım. Adrese geldiğimde, ortalık kapkaranlıktı. Büyük bir korku içerisindeydim. Tam adımımı atacakken, arkamdan bir ayak sesi gelmişti. Adrese geldiğimle, pişman olmam bir saniyemi almıştı. Ayak sesi bana doğru ilerliyordu. Bunu hissedebiliyordum. Cesaretimi toplayıp arkama dönmüştüm...
--BÖLÜM SONU--
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~BOŞLUK~
FantasiHerkese merhaba, İnsan bazen hayal gücünü kullanarak kendi yeteneğini keşfetmeli. Yazarak, okuyarak ya da deneyerek kendine uğraş arayarak yeteneğini keşfeder. Ben bu romanda kendi hayal gücümden esinlenerek roman oluşturdum. Kitabın kapağı tamame...