"Anne!"
Duyduğum o incecik sesle gözlerimi aralayıp gülümsedim. Her sabah bu sesi duyarak uyanmayı, bu huzurlu kokuyu içime çekmeyi öyle çok isterdim ki... Ama maalesef, çoğu zaman o lüksüm yoktu.
"Buradasın!"
"Evet miniğim, buradayım."
Küçük kollarını boynuma dolayıp göğsüme doğru yattığında, onu daha sıkı sarmaladım. Yorganı üzerine çekerken, mis gibi kokusu burnuma dolmuştu.
Başını boynuma soktuğunda dudaklarımı birkaç kez saçları üzerine bastırıp küçük öpücükler bıraktım. Uykudan yeni uyandığından gözleri hafif şişti. Bu tatlı görüntüsüne karşı koymak fazlasıyla güçtü.
"Tekrar gidecek misin?"Bir an için nefesim kesilmişti. Bu soruyu her duyduğumda kalbimde derin bir sızı oluşuyordu. İşim, onu sıkça yalnız bırakmamı gerektiriyordu. Ancak, gerçeği ona söyleyemezdim. Kocaman gözleriyle bana bakan bu masum yüze nasıl ayrılığı anlatabilirdim ki?
"Hayır canım, gitmeyeceğim."
En azından iki gün... O zaman zarfında tekrar yola çıkmam gerekecekti. Durmak yoktu bu meslekte. Olaylar bitmezdi, sanki sürekli bir çözüm bekleyen düğüm gibi önümüzde dururdu her şey. Her yeni vakayla tekrar ayrılmak zorunda kalıyordum.
"Seni çok özledim, anne."
O an içimdeki suçluluk dalgası boğulmamı sağlayacak gibiydi. Yine de güçlü durmaya çalışarak onu kollarımın arasına alıp başını okşadım. İçimde biriken o acıyı derinlere gömüp, "Ben de seni çok özledim, meleğim. Ama çok yakında, temelli döneceğim. O zaman hiç ayrılmayacağız." diye fısıldadım.
"Söz mü?"
"Söz."
Yanaklarına sıkı öpücükler bırakıp kollarımı bedenine dolarken, içimden derin bir huzur geçiyordu. Onun küçük bedeni kollarımın arasında güvendeydi. Ama biliyordum ki, büyüdükçe sorular da büyüyecekti. Her şeyin zamanla daha kolay olacağını umuyordum. Sadece zamana ihtiyacım vardı; hem onun için hem de benim toparlanmam için.
"Anne, babam nerede? Teyzem onun çok işi olduğunu söylüyor."
İnce sesi, yüreğimde derin bir yara açmıştı. O an tüm dünyam durmuş gibiydi. Boğazım düğümlenmiş, kelimeler bir türlü çıkmak bilmiyordu. Bu sorunun geleceğini biliyordum, ama bu kadar erken beklememiştim. Yutkunmak bile zor geliyordu; içimdeki o tanıdık acı yeniden kabarıp beni boğuyordu.
"Teyzen doğru söylemiş canım. Babanın çok işleri var."
Gözlerimden akan yaşları tutmaya çalıştım, ama içimde biriken hüzün gözlerime dolmuştu bile. Derin bir nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Minik gözlerinin altında boğulmuş, gözyaşlarımı ona göstermemek için çabalıyordum. Ama içimdeki boşluk, her nefeste daha da büyüyordu.
"Gelecek mi?"
Bu soru beni derinden sarsmıştı. Gözlerimi kapatıp, gözyaşlarımın şakaklarımdan süzülmesine izin verdim. Min Sung'un öldüğünü ona nasıl anlatabilirdim ki? Henüz çok küçüktü, bunu anlayamazdı. Zamanla büyüdükçe daha fazla sorgulayacak, babasını görmek isteyecekti. Ama şu an, bu masum kalbi böyle bir gerçekle sarsmaya hazır değildim. Belki bir gün, her şeyi anlamlandırabilecek yaşa geldiğinde konuşurduk, ama şimdi değil...
"Bilmem, meleğim. Gelir belki..."
"Çabuk gelsin."
Sözlerinin üzerine bir şey söyleyemedim, sadece derin bir nefes almıştım. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordum ki... 'Çabuk gelmesini ben de isterdim.' diye haykırmak, içimdeki acıyı onunla paylaşmak... Ama bunların hiçbirini yapamazdım. Çünkü geri dönüşü olmayan bir kayıp, bir çocuğun kaldırabileceği bir yük değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Shadows ❦ JJK
Fanfiction- 𝐁𝐞𝐧, 𝐲𝐞𝐧𝐢𝐝𝐞𝐧 𝐲𝐚ş𝐚𝐝ığı𝐦ı 𝐡𝐢𝐬𝐬𝐞𝐭𝐦𝐞𝐤𝐭𝐞𝐧 𝐤𝐨𝐫𝐤𝐮𝐲𝐨𝐫𝐮𝐦.. 11.01.2020 08.12.2020