Uyu gece saçlım, geç oldu. Ay parladı evimin tepesinde ve rüzgar esti penceremden, üşüttü beni. Sokak ayak izlerimizi taşıyor, belki de bu sokakta yürümemeliydik. Evimin içerisinde adımların gezinmeseydi, çok sevmeseydim seni. Kurumuş bir denizde yaşamak için çırpınan bir deniz kızı ölmez miydi, Gömülmez miydi denizin kalan son kumlarına?"Yok ettin beni aptal deniz!"
"Yok oldun aptal deniz kızı!"Belki ayrı dünyaların aynı semtte yaşayan insanlarıyız, Uçurum mesafesi olmadan uçurumlar yaratanlarız. Dip dibe olup dibe batanlarız. Aslında çok yakınız ama bir asır gibi uzağız birbirimize. Ne sen gelirsin geceden koyu siyah saçlarınla, ne ben gelirim adımı bile taşıyamayan kahve çekirdeği gözlerimle. Bir araya gelemeyiz gece saçlım. Bir olamayız. Sen bir Asaf deniziydin, kurudun. Susuz bıraktın. Öldürdün gece saçlım.
Aradan geçen zaman sanki uyuyup uyanmak gibiydi. 4 ay geçmişti. Bu süre içerisinde yurt dışında bir holdingden mail almıştım. Hayatımı değiştirecek bir fırsat sunmuşlardı bana. Mesleğimin ilk adımı için başarılı bir deneyim olacaktı. Yurt dışında bir iç mimar olmak, Türkiye'de bu mesleği yapmaktan çok farklıydı. Fırsatı değerlendirmeyi düşünüyordum, pasaport ve vize işlemleri için yakın zamanda başvuru yapacaktım. Biraz yürümek için evden çıktım, büfenin önünden geçerken içeriye gözüm takıldı ve birden bire kendimi kasada buldum. Yine kendime bir latte söylemiştim. Asaf buradaydı ve onu görmezden gelmeye çalıştım, bildiğim doğrular gözlerine bakmama izin vermiyordu adeta. Büfeye gelmeyeli çok şey değişmişti, omlet tarzı mini şekerli şeyler satılmaya başlanmış ve büfeyi genişletme projeleri düşünülüyordu. Salim abi kasadayken gitmeden önce yanına uğramamı söylemişti sanırım fikir alacaktı. Gözüm Asaf'a takıldı, parmağı kanıyordu. Elindeki bıçağı omleti parçalara ayırmak için kullanırken yanlışlıkla elini kesmiş olmalı. İki damla kan dökülmüştü parmağındaki yaradan yere, peçeteyi parmağına bastırıyordu. Çantamda hep bir tane bulundurduğum yara bandını Asaf'a uzattım ve Salim abiye daha sonra uğrayacağımı söyleyip büfeden çıktım.
"Deniz kızı!"
Onun sesiydi. Tanımıyor gibi yapacaktım, ve numarasını almayacaktım.
"Birşey mi oldu beyefendi?"
"Bunu alır mısınız?"
"Hayır alamam, birlikte olduğum biri var."
Hiçbir şey söylemeden yanımdan uzaklaşmıştı. Söylediğim son sözün altında kendimi astığımı hissediyordum Asaf'ın gözleri aklıma gelince. Eve geçer geçmez ne yiyeceğimi düşünmeye başladım daha sonra yorgun olduğumu hissedip yapmak yerine sipariş vermenin mantıklı olduğu fikrine kapıldım. Omlet canım istemişti aniden, ve kendi kendime sunduğum sipariş hakkımı omlete kullanmıştım. Her şeyin sonunda kendimi yatağa atmaya bayılıyordum, yorgun olunca daha çok seviyordum bunu yapmayı. Hiç bir zaman normal insanlar gibi geçemeyecektim yatağıma, bunu biliyordum. Ertesi gün Salim abinin yanına uğramak için büfeye gittim, biraz fikir verdikten sonra bana kahve ısmarlamak istedi. Kabul etmemek elde değildi çünkü kahveye aşık bir kızdım. Her zaman oturduğum masaya geçtim Asaf'ta her zaman olduğu yerdeydi. Yara bandını parmağından sökmüş, yarasını inceliyordu. Çalışanlardan birine seslenip bıçak getirmesini istedi. Dikkatle izlemeye başlamıştım. Bıçağı eline aldığı an daha kabuk bile bağlamamış olan yarasını tekrar kanattı ve yere damlayan kanları incelemeye başladı üç damla kan akmıştı bu sefer. Gözlerim şaşkınlıktan epey açılmıştı ve sanki donmuş gibi onu izliyordum. Bakışları bana değince bir an irkildim. Çantamdan yara bandını çıkarıp uzatırken kolumu tuttu.
"Sen?"
"Ne oldu?"
"Seni nereden tanıyorum?"
"Ben sizi tanımıyorum."
"Sizi daha önce gördüğüme eminim."
"Her zaman gelirim buraya, görmüş olabilirsiniz."
"Burada değil..."
"Üzgünüm gitmem gerekiyor."
Yara bandını masaya katıp koşar adımlarla çıktım büfeden. Bir an beni tamamen hatırlamasını dilediğim için düşüncelerime küfrediyordum. Çünkü beni hatırladığı gün, onu unuttuğu gündü. Günlerim böyle devam etmeye başladı, onu görmeye alışmıştım. Alışmak kötüydü, ve alışmıştım. Birkaç gün ara vermiştim dışarı çıkmaya, ve artık onu görmem gerektiğini düşündüm. Saçlarımı tarayıp onunla ilk buluşacağımı sandığımda giyindiklerimi giydim tekrar. Çilek kokan parfümümden sıkıp evden çıktım. Büfeye girdiğimde yara bandı uzatmak için geç kaldığımı fark ettim, masasının üzerinde bir paket yara bandı duruyordu ve yerde 5 damla kan. Kabuk bağlamasına izin vermiyor, her gün kanatıyordu zaten kanamaya meyil salmış yarasını.
"Sen mi geldin deniz kızı?"
"Anlamadım?"
"Bu gün buluşmayacak mıydık?"
"Pardon, unutmuşum."
Masasına oturdum, gözlerime baktı. Bir süre sessiz kaldık ben de böylelikle gözlerini iyice incelemiştim.
"Ben kahveleri alıp geleyim."
Yanımdan uzaklaştığında Salim abi yanımda belirdi.
"Gün geçtikçe daha farklı anları hatırlar oldu, birkaç gündür akşama kadar kalıyor burada ve dün akşama kadar seni beklediğini ondan önce uğrayıp uğramadığı sordu bana."
"Peki ya Işık?"
Salim abiye bunu sormayı asla istemezdim, sorduktan sonra yerin dibine girmeyi istedim bir an. Neden sorduğumu bile anlayamadım.
"Hayır kızım, onu hatırlamıyor. Bu onun için daha iyi. Ben unutamıyorum da ne oluyor, varsın o hatırlamasın."
Salim abi yanımdan gitmişti, birazdan fırından üzümlü kekleri çıkaracağını adım gibi biliyordum. Asaf yanıma gelip kahveyi uzattı teşekkür edip konuşmaya başladık. Ne yapıyorsun, nasılsın derken zaman geçmişti tam 6 saat boyunca büfede muhabbete dalmıştık. Ona çok değer verdiğim balığımdan bile bahsetmiştim. Balığımın adının Deniz olduğunu duyunca gülmüştü. Onu gülerken izlemek hapishanenin minik penceresinden gökyüzünü izlemek gibiydi. Bana neden balığa kendi adını kattın diye sorduğunda, bana benziyor çok yiyor ve akılsız deyip biraz daha güldürmüştüm onu. Beni evime bırakmayı teklif etmişti. Ve teklifini geri çevirmeyi asla istemiyordum. Yan yana yürürken ellerimiz birbirine değiyordu, ellerine tutunmayı istediğim anda ellerimi tuttu. El ele yürüyorduk ve ben yol bitsin hiç istemiyordum. Ama "güzel şeyler çabuk biter" bunu küçükken muzlu puding yediğim zamanlar anlamıştım. "Kaşığın ucuyla yesen de, bir kaşık dolusu yesen de bitecek sen sadece tadını almaya bak güzel kızım" demişti yetimhane müdürümüz. Bu cümlesini hayatım boyunca hiç unutmadım. Elini elimden aniden çekti, başını tutmaya başladı. Bir şeyi olup olmadığını sorduğumda sadece başıma ağrı girdi, önemli bir şey yok, geçer birazdan gibisinden şeyler geveledi. Biraz bekledikten sonra yürümeye devam ettik, evimin önüne vardığımızda ona sıkıca sarıldım. Kollarının beni sardığını hissettiğimde kalbim yine vücudumu tekmeliyordu.
"Teşekkür ederim Asaf."
"Hadi üşüyeceksin gir eve."
Biraz yaklaşıp bana yük olan ve bir süredir düşündüğüm doğru olup olmadığını anlamaya çalıştığım şeyi bir anda söyleyiverdim.
"Seni seviyorum Asaf."
Yaklaştı ve yanağıma bir öpücük kondurdu.
"Seni seviyorum Işık."
Kalbim sanki küçülüp damarlarımdan yola çıkıp gözlerime ulaşmış bir göz yaşı gibi doluşmaya başladı göz altı torbalarıma. Hemen yanından ayrılmam gerekiyordu, çünkü hissediyordum birazdan çocuk gibi ağlayacağımı. Gülümseyip elimi salladım ve eve ışınlanırcasına girdim. Kapıyı ardıma kapatıp yaslandım, gözlerimde tutmaya çalıştığım kalbim süzülüyordu ılık ılık yanaklarıma. Yanaklarım yanıyordu. Binlerce kez beter olsun harfler, benim adımı oluşturmak için birleşmiyorlarsa ve binlerce kez kırgınım adıma.
Yatağıma giden yola dikenler serpmişler ve yatağıma bıçaklar dikmişler. Düşlerime zehir enjekte etmişler sanki. Uyumalıyım gece saçlım, o zehri tatmalıyım. Tadamadım... Telefonumun sesiyle uyandım bu sabah, arayan Asaf'tı.
"Efendim?"
"Geç kaldın."
"Neye?"
"Buluşacaktık ya hani?"
"Uyuyakalmışım özür dilerim hemen geliyorum."
Hafızası buluşma gününü tekrarlıyordu. Onu biraz daha fazla görmek için her şeye göğüs gerebileceğimi anladığımda kendim olmaktan çıkıp sevdiği kız olacaktım. Deniz değil Işık olacaktım. Bedenimi saran siyah yarım kollu mini spor elbisemi ve altına bir spor ayakkabı giyip evden çıktım. Saçımı büfeye doğru yürürken topluyordum. Genelde böyle plansız yapılan saçlar her zaman daha güzel görünürdü, ve öyle de olmuştu. Büfeye girdiğimde her zaman olduğu yerdeydi. Yanına geldiğimde beni ayakta karşıladı ve sandalyeme geçmeme yardımcı oldu. Bir kaç dakika geçmeden çalışanlardan biri bıçağı masaya kattı, Asaf bıçağa doğru uzanırken onu engellemek için ellerini tuttum.
"Kanatmak yerine saralım ne dersin?"
Sanki parmağını kesmeye kurulmuş bir makine gibiydi, dediğimi duymuyor tepki göstermiyordu. Bıçağı eline alıp her zaman yaptığını yaptı. Yarası her geçen gün büyüyüp daha da derinleşiyordu. Yere dökülen kan bu sefer diğerlerinden daha fazlaydı, sayılamayacak derecede art arta aynı yere akıyordu. Birkaç kere adını söylesem de beni gerçekten duymadığına ikna olmuştum. Biraz izledikten sonra sessizliği bozmuştu.
"Deniz kızı iyi misin?"
Birkaç saniye sadece yutkunmaya çalıştım sonunda konuşabilmek için nefes toplamıştım kendime.
"İyiyim Asaf, eline ne oldu?"
"Az önce kestim yanlışlıkla, kan mı tutuyor yoksa rengin attı?"
Bile isteye kestiğini hatırlamıyor olması beni ürkütmüştü. Donakalmıştım adeta. Asaf kandan etkilendiğimi düşünüp elini masanın altına saklamıştı, ben hala söylediği cevaba takılı kalmıştım. Her geçen gün biraz daha endişe ediyordum sağlığından.
"Doktora gösterelim mi parmağını? Çok derin çünkü"
"Gerek yok, birkaç güne bir şey kalmaz."
Her gün yarayı eşelemese bu söylediğinin doğru olduğunu kabul edebilirdim. Biraz daha ısrar etsem de kabul etmiyordu. Ne dediysem kabul ettiremedim. Bu durumunu bir doktorun bilmesi gerekiyordu. Her gün acaba yarın kendine ne yapacak, yarın neyi hatırlayacak merakı ve korkusuyla yaşamaktan dolayı hiçbir şey düşünemez olmuştum. Birlikte bir şeyler yedikten sonra beni eve bırakacağını söyledi ve iki tane çikolatalı pankek sipariş etti. Uzun süredir pankek yememiştim ve pankeki yerken tadını ne kadar özlediğimi fark etmiştim Asaf'ın "yavaş ye boğulacaksın" cümlesi ile. Evime doğru ilerliyorduk, yol bitmesin diye evin yolunu uzatıyordum birden duraksadı.
"Yanlış yoldan gidiyoruz" deyip gülümsedi, evimin yolunu hatırlamış olmalı diye düşündüm, ellerini tuttum ve nereye ilerlerse oraya ilerledim. Biraz yürüdükten sonra Salim abinin evinin önüne gelmiştik, kendimi o kadar kaptırmıştım ki Asaf'ın yanında Deniz olamayacağım gerçeği aklımdan çıkmıştı.
"İnsan evinin yolunu unutur mu şaşkın"
"Haklısın unutmaz"
Gülmüştü, gülmeye çalışmıştım.
"Hadi gir evine"
"Sen git ben girerim."
"Göreceğim hadi"
Gitmesi için elimden gelen herşeyi yapmıştım ama inatçıydı.
"Git artık Asaf, karanlık zaten etraf."
Yanıma yaklaşıp dudağımın kenarına dudaklarını kitledi, ve öyle kaldık.
"Sen benim ışığımsın, hiçbir karanlık korkutamaz beni sen içimde var olmaya devam ettikçe."
"Seni seviyorum Asaf."
"Hadi gir artık eve."Salim abinin kapısına doğru ilerledim, ellerim kapıya her değişinde içimde bir kız çığlık atıyordu. Tam 6. Çığlıkta kapı açıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECEYE TUTSAK DENİZ KIZI
RandomBir gecenin en karanlık olduğu an hangisiydi? Ne zaman sigarasını yakar ne zaman geceye iyi geceler dilerdi? Düşman mıyım şimdi ben geceye yoksa aşık mı? Nefret ve aşk aynı kefede olmaz mıydı? Yüreğimde uyu gece saçlı adam bu dünyadan göçüp gidene k...