"Onur" diye mırıldandım bakışlırımı beş adım ilerimizde birbirleriyle oynayan yavru kedilere çevirirken. "Güzelmiş. Daha önce hiç düşünmemiştim, ama sana yakışıyor." Gülümsedi, ona bakmıyordum ama güldüğünü hissettim. "Sen neler düşünmüştün?" Gülme sırası bendeydi. "Iı..." Kendime vakit kazanmaya çalışıyordum.
"Söyle hadi merak ediyorum, daha önce kendimi hiç farklı isimde düşünmemiştim."
"Garip bir vakayla karşı karşıyayız farkındayım." dediğimde gülüştük.
Ve bu tuhaftı, gerçekten.
Sadece yarım saat öncesinde düşünsem tüm bunlar sadece bir hayal ürünü olabilirdi. Evet ortada çok bir şey yok gibi göründüğünün farkındaydım, ama birini sadece izleyerek iki sene geçirdikten sonra gözlerinizin içine bakması, sorularınızı yanıtlıyor olması, soru soruyor olması rüya gibiydi.
Evet hissettiklerim bunlardı, fakat bilincimin derinliklerinden gelen başka bir düşünce kafamın içinde yankılanıp duruyordu. 'O kadarda zor değilmiş ha? Senelerce kendini hırpaladın, canını sıktın, gözünde büyüttün. O sıradan biri!' onu hemen iteleyip geldiği yere gönderdim. Tabi ki de sıradan biri değildi!"
"Tatlılar öyle değil mi?" diyen eridiğim ses tonuyla gerçek dünyaya döndüm. "Efendim?" "Kediler diyorum, onları izliyorsun bir kaç dakikadır, sevimliler." Hala birbiriyle oynayan biri kül rengi, diğeri sarılı beyazlı yavru kedilere döndüm tekrar, onlara bakarken dalıp gitmiştim düşüncelerin savaşına.
"Evet," dedim. "Çok güzeller." Sonra dönüp ilk defa hiç korkmadan gözlerine baktım. Oldukça sıradan bir kahverengiydi aslında, ama onda öyle güzel öyle derin ve anlamlıydı ki sadece gözlerine bakarak aylarımı geçirebilirdim.
Bir keresinde bir arkadaşım bana bakışlarımla konuştuğumu, kimi zaman sözcüklerimden daha çok şey anlattığını söylemişti. Eğer haklıysa ve gözler içimize açılan bir pencereyse, şuan sözcüklere gerek yoktu; onca zamanın yorgunluğu, hayallerim, hislerim, umutlarım benim gözlerimden onunkilere akıyordu sanki.
Gözlerine bakarak geçirdiğim bir dakika, son yarım saatin, son bir günün, son bir yılın hatta belki de hayatımın en huzurlu dakikasıydı. Çünkü o gözlerde gördüğüm Onur değildi, benim Kırmızı Atkılı Çocuğu'mdu, üniversite sınavını kazanmak için deli gibi çalışan çocuğun okulun bahçesine attığı ilk adımda hissettiklerini hissediyordum şuan.
Büyülü ortamımız zil sesimin kulak okşayan girişiyle bölündü, annem arıyordu. "Efendim anne? Geliyorum, eve yakınım. Tamam görüşürüz." telefonumu çebime sıkıştırdım. "Gitmem gerekiyor." dedim üzgün bir ifadeyle, belki biraz dudak bükmüş olabilirim, birazcık. Şımarıklık yapıyorum! Elif, kendine gel. Ayağa kalktık, ben çantamı omzuma alırken uzattığı elini sıktım. "Seninle tanışmak güzeldi ..." cümlesini yarıda kesmiş ve kafası karışmış gibi alnını kırıştırdı, ve çekinerek devam etti. "Bana adını söylemiş miydin?" Yüzümü buruşturdum, hatırlamaya çalışıyordum. "Ah inanmıyorum! Hayır söylemedim. Elif, Elif Yetkin" gülümsedi,
"Memnun oldum Elif Yetkin" gülüşüne karşılık verdim "Ben de cok memnun oldum Onur?" "Toros." diye beni tamamladı. Birlikte bizim bloğun önüne doğru yürümeye başladık. Dayanamayıp soruverdim. "Kaç yaşındasın Onur Toros?" şaşkınca baktı "21" "Evvet! Doğru tahmin!" Bana ne yapıyor bu kız bakışlarının ardından olayı anladı ve güldü. "Tebrik ederim. Sen kaç yaşındasın? -beni baştan aşağı süzdü- 19?" kafamı iki yana sallayıp "18" diye düzelttim. "Hatta on sekiz bile sayılmam henüz reşit değilim." kaşlarını hayretle kaldırdı. "Lisedesin?" Gözlerimi devirdim. "Teşekkür ederim." Güldü. "Karşımda ufak bir sapık var!" biraz sonra kahkaha atmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı Atkım
Teen FictionTüm hayalinizin bir pencere kadar uzağınızda olduğunu düşünün, ulaşılması bu kadar kolayken dünyanın en uzak yeri gibi... Elif'in hayal bile edemeyeceği türde bir çocuktu O. Bebeksi yüzüyle tezatlık oluşturan çekiçi havası ve gizemli gibi görünen ki...