9

223 14 7
                                    

1000 kişiye ve daha da fazlasına çok teşekkür ederim. ❤

Playlist: Deniz Sipahi : Karaborsa
Ozan Osmanpaşaoğlu : İçim

- - - - - -

Ne hissediyordum şuan? Kızgınlık, üzüntü, hayal kırıklığı? Kalp kırıklığı belki de? Kin, nefret, veya aşk? Belki de hepsi.

Kafamın içinde bir soru işereti belirdi.

AŞK?

Aşık mıydım O'na?

Sürekli kendime ve çevremdeki herkese -hatta ona bile- O'na aşık olmadığımı savunup durmuştum. Çünkü mantıklı olan buydu, ona aşık olamazdım. Birine aşık olmak için ona ait bilgilere ihtiyaç duymaz mıydık çünkü? Yaşı, adı, okulu, en sevdiği yemeğin adı, en sevdiği kitabın, en yakın arkadaşının adı... Sonuçta adını bilmediğin birine duyabileceğin sevgi ancak hoşlanma olabilirdi, aşk çok daha derin bir duygu değil miydi? Bir insanda kimsenin göremediği bir hazine bulmak ve ona tutunup kalmak?

Ama tam şuan acıyan yerime bakıyordum, oraya daha önce kimse dokunmamıştı. Aşkın ne olduğuyla ilgili tahminler yürütüp durmuştum hep, nasıl hissettirdiğini ya da acısını... Böyle bir şey miydi? Yoksa hayal kırıklığımın dozajı başka ne hissettiğimi anlayamayacak kadar büyük müydü?

Annem kapıyı açtığında titriyordum.

Üşüyordum, fakat bu fiziksel bir şey değildi. Dünyadanın tüm sıcaklıkları bir araya gelse yine ısınamazdım, yanardım ve üşümeye devam ederdim gibi geliyordu. Annemin gözlerini inceledim, nihayet karşımda duygularını tahmin edebileceğim birinin olmasının verdiği rahatlıkla. Beni görmenin verdiği sevinci görmüştüm o gözlerde, sonra da endişeyi. Bu geçiş o kadar hızlı olmuştu ki onun farkına vardığından bile emin değildim.

"Elif? Neyin var?" diye sordu ondan sadece sayılı zamanlarda duyduğum ses tonunu kullanarak. Konuşamadım. Başımı iki yana sallayıp ve burnumu çekmekle yetindim.

"İçeri gel." dedi beni çekiştirirken. Hemen yakın olarak salonu buldu ve beni koltuğa oturttu. "Anlat annem, ne oldu sana?"

"Üşüyorum." diyebildim kasılan çeneme rağmen. Gözyaşının tuzlu tadını hissetmiştim. Telaşla elini alnıma koydu Şaşırmıştı, ateşim yoktu. Koltuğun kenarındaki örgü battaniyeyi alıp omuzlarıma sardı. Faydası yoktu. Sıcak çok fazlaydı fakat ben, üşüyordum. Dizlerimin önüne oturdu.

"Ne oldu kızım?"

İç çektim. "Kırmızı Atkı." dedim adeta çenemle savaşarak; "Yok."

Hala gözlerini okuyordum. Önce kafası karıştı, sonra bakışları yumuşadı. Tam olarak kavrayamasada anlamıştı. Beni kendine çekti ve başımı göğsüne bastirdi. Tıpkı yarım saat önce Onur'un yaptığı gibi. Bu hıçkırıklarımı şiddetlendirmişti.

"Benim minik kızım aşık mı olmuş?" dedi ağladığını anladığım ses tonuyla. "Geçeçek güzelim, geçecek."

Bu aşk acısı mıydı? Başımı iki yana salladım. Geçmiyordu. O'na aşık olmadığımı söylemek istedim. Neden böyle acıdığını bilmediğimi de. Ama kendimi bu kadar uzun bir cümle kuracak kadar güçlü hissetmiyordum. Bu yüzden sustum.

Hayal kırıklığım o kadar büyüktü ki ne hissettiğimi bilmiyordum. Peki kimeydi bu duyguların en karmaşık, en ağır olanı? Kırmızı Atkı? Onur?

Kırmızı Atkı demek bile içimi yakıyordu. Böyle biri yoktu. Hiçbir zaman olmamıştı. Senelerce kendi uydurduğum birine takılıp kalmış bir zavallıdan başka bir şey değildim ben. Bu yüzden kimseye kızmaya hakkım yoktu. Bunu bana yapan, yine bendim. Böyle acımasının sorumlusuydum.

Kırmızı AtkımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin