Bölüm-1

758 24 2
                                    

Zil çaldığında henüz duştan çıkmamıştım,ilk duyduğumda kapıyı  açmayı hiçte düşünmüyordum.Fakat hangi mal böyle ısrarla çalıyodu kapıyı,hala anlamamıştım.Ağır adımlarla belki susar düşüncesiyle duştan çıktım.Soldaki rafta o alışık olduğum gri bornoz duruyordu.Islak ayakla fayansa basmayı sevmesemde en yakınımdaki bornozu almak yerine soldaki rafa ilerledim.Fayans soğuktu,hassas bir dönemden geçtiğim de işin içine katılırsa,ayaklarıma cam parçaları batıyormuş gibi hissetmem kaçınılmazdı.

"Sırat köprüsünde yürümek" deyimi burdan geliyor olmalıydı,ve yürüyenlerin işi cidden zordu.

Bornozu aceleyle aldım,ve üstüme geçirdim. Ilk başta soğuk geldi,ama sonra tenimin ısındığını hissettim. Ama bunun sebebi kurulanmam değil,o tanıdık kokunun iliklerime işlemeseydi.

Ne çok anım vardı bu kokuyla,başımın uğuldadığını hissettim. Yer ayağımın altından kayıyordu. Bu haftaki kaçıncı bayılmamdı,bilmiyorum.

Sonra tekrar zil sesini duydum ve kendime geldim. Bornuzun kulplarını birleştirip  düğüm attıktan sonra banyonun kapısını açtım. Soğuk hava tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Üşümeminde etkisiyle hızla kapıya yöneldim. Delikten baktığımda hicbisey görmemiştim,aksine gözüme buz gibi hava değmisti ve hemen sulanmasına sebep olmuştu. Ellerimle gözlerimi ovduktan sonra kapıyı açtım,ve 36 tane kırmızı,kan kırmızı gülle karşılaştım. Güllerin dikenleri temizlenmemişti. Şaşırmıştım açıkçası,kim yok olmuş bi kıza gül gönderirdi ki?

Neydi bu şimdi? Hayatın benimle alak ediş şekli bu muydu? İnsafdı. Hiç mi acıma yoktu bu merette?

Zaman herseyin ilacıydı,geçerdi,sabırdı,kaderdi.

Sikerlerdi.

Eğilip gülleri alacağım sırada karşı komşumuz Nihat Bey'in bana baktığını gördüm. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Nihat Bey kendi halinde,yanlız yaşayan,30 lu yaşlarının sonunda olduğunu tahmin ettiğim bir is adamıydı. Namını çok duymuştum. Yere bakan yürek yakan cinstendi. Ama benim bütün bedenim alev alevdi,yürek mi kalmıştı elde?

Düşüncelerimden sıyrılıp kendime baktım,siktir. Bornozla olduğum icin üşüdüğümü düşünmüştüm. Asıl üşüme sebebimi fark ettiğim de ise geç olmuştu. Öylesine bağladığım kulplar açılmıştı. Ve bedenim,az bi kısmı da olsa,bütün cesurluğuyla sergileniyordu,ve Nihat Bey bu sergiyi kaçırmamıştı..

Mideme giren kırampla birlikte inledim,ve hızlıca kapıyı kapattım. Cidden bu kadar şerefsiz insanlar var mıydı! Savunmasız,yüreği paramparça bir kadının,sadece somut olduğunu kanıtlayan bedeni üzerinde hayal kurmak ? Bu kadar iğrençmiydi cidden? Sorardım ben ona bunun hesabını! Ama henüz yaram tazeydi,cok taze. Mikrop kaparsa kurtaramayabilirdim, bulaşmadım..

Çok zalimceydi bu,hayat adil değildi. Dünyadaki en adil olmayan ortamlarda bulunmuştum,kumar masası, düşündüm de kumarın bile bir adabı vardı, kurtla kuzu aynı masaya oturmazdı. Davul bile dengi dengineydi.

O tanıdık koku sıcak havayla tekrar içime dolarken uzun süredir uyumadiğımı  fark ettim

Yorgun bedenim zihnime  direnemiyordu artık. Merdivenlere yöneldim. Üçüncü basamakta tokat yemiş gibi geriye doğru sarsıldım, afallamıştım. Nereye gidiyordum?

O buz gibi yatağa mı, ısıtabilecek miydim bu güçsüz bedenimle?

Ne zaman girmiştik bu yatağa seninle, ne zaman nefesim olmuştun..

Güçlü kollarınla beni bedenine bastırırken korkma, demiştin.

Geçicek..

Geçti mi sahi?

Havanın soğukluğuna ve odanın buz gibi olmasına rağmen,yanmıştı bedenim.

Sahi,bir daha yanar mıydı sevgilim?..

Öyle özlemişim ki ki tenim seni, parmaklarının dokunuş altında titremeyi..

Çok erken değil miydi şimdi bu yıkım, daha doymamıştım ki. Allah can verince rızkını da verirdi, bilirdim de, aldığına ilk kez tanık olmuştum.

Seni hiç bırakmayacağım demiştin bir pazar kahvaltısında, üstüne fincanın dibindeki çayı  döktüğümü  anımsıyor musun?

çok korkmuştum, kızıp gidersin diye. Sıkıca kavradığın bileğimi götürmüştün dudaklarına, korkma demiştin. Hiç bırakmam ben seni. Yalandı..

Şerefsizin tekiydin işte, erkeklik miydi bu yaptığın!

Güvenmiştim sana, babam gibi baktığında anlamalıydım gideceğini.. En  sevdiğin şey di kahvaltı, omlet ve peynir olsun sana geçilmez di keyfinden.

Ama  ben genede kıyamazdım sana, balını, kaymağını eksik etmezdim.

Çayını ılık,rakının soğuk severdin.

Bi  adamı anca çayını demli,rakısını sek içişinden tanırım derdin.

Acıya su katılmazdı,bulanırdı. Keyfe su katılmazdı,kedere dönerdi.

Demli içerdin çayını,şeker koymazdın. Her şeyi adabıyla yapanlardandin,nasıl da hayrandım sana be adam...

Bu yaşına rağmen hayat seni nasıl böyle eğitmisti,bilmiyordum..

Ince belli bardakta yaşardın  keyfini. Seni tutup içiyorum,anlasana be kızım derdin..

Hafifçe kıvrılır dı  dudakların yukarı. Ah o dudakların, ürperdim.

Nefesini hissettim birden.

Ama  ben nefesimi kaybedeli çok olmuştu..

Uykum tekrar kaçmıştı,mutfağa yöneldim. Uzun süredir vücuduma giren tek şey kahve olduğu için, kafeinin eksikliğini oldukça şiddetli hissediyordum.

Acelem yoktu,bu yüzden suyu kaynaması için kahve makinesine koymak yerine ocağa koydum.

Ve altında en kısığa ayarladım. Zamanım boldu,ve bir şekilde tüketmem gerekiyordu.

Kahve yapmakla başladım. Ardından ahşap olan beyaz dolaba yöneldim, kapağını açarken gıcırdamıştı. Dondum. Ilk gıcırdayışı değildi. Ama,ama'larda kalmıstı ya zaten hep hayatım.

Yavaş kapanıyordu bardak dolabı,çok açılıp kapanmaktan vidaları gevşedi diye teşhis koymuştun. Sonrada bana bakıp mal mal sırıtmıstın. Hep böyleydin,bayılırdın beni utandırmaya.

Haftalarca öyle durmuştu o dolap. Sırf ben tamirci çağrıcam olmaz böyle dedim diye almıştın eline matkabı..

Zavallı dolabın içine edip bırakmıştın. Olsundu. Sen olsan bütün dolapları bozardım ben. İllaki yapa yapa birinde doğru yolu bulurdun.

Ama sen korkağın tekiydin!

Kaçtın, bıraktın beni.

Hani hiç bırakmazdın beni,hani et tırnaktan ayrılmazdı. Hani karıncayı incitemezdin?!

Nefesimi alıp gittin be adam,hiç mi acıman yoktu senin?

nefesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin