Basit Ultra-Teknolojik Silahlar

254 12 6
                                    

MERHABA HİKAYENİN BAŞININ SIKICI OLDUĞUNU BİLİYORUM AMA FANTASTİK HİKAYELERİN BAŞI GENELDE ÖYLEDİR. BU BÖLÜM ÇOK BİLİMSEL BİR BÖLÜM OLDU VE GURURLANARAK SÖYLEMEK İSTİYORUM Kİ BÖLÜMDEKİ SİLAHLARIN FİKİRSEL TASARIMI BANA AİT. GEREKLİ ŞARTLAR SAĞLANAMIYOR AMA SAĞLANSA GERÇEKLEŞEBİLECEK ŞEYLER YANİ MATIĞI DOĞRU.

AYRICA YARIN ÇOK ÖNEMLİ BİR SINAVIM VAR BANA DUA ETMENİZİ BAŞARILAR DİLEMENİZİ RİCA EDİYORUM SİZDEN.

MULTİMEDYA: ADALİNE-MARK

BÖLÜM ŞARKISI: STARSET-MY DEMONS

Sonunda eve geldiğimizde titremem ve baş ağrım biraz olsun dinebilmişti. Arabadan inip eve girdim. Arkama bakmadan odama ilerledim. Şu an onu görmeyi kaldırabileceğimden emin değildim. Sindirmem gereken gerçekler vardı. Ama uyuyacaktım. Uyumalıydım. Biraz olsun rahatlamaya ihtiyacım vardı.

Kalktığımda gece 4tü. Çok bile uyumuştum çünkü dün eve döndüğümüzde hava kararmamıştı. Ayağa kalktım. Pijamalarımla penceremin geniş pervazına geçip oturdum. Dizlerimi kendime çektim ve dışarıyı izlemeye başladım. Dün hakkında düşünmek istemiyordum. Kulaklıklarımı takıp şafağın sökmesini izledim.

Şöyle bir arkama baktığımda onu görerek irkildim.Ne zamandır oradaydı ki? Ah birde reflekslerimin iyi olduğunu düşünürdüm.Nasıl fark etmemiştim. Kuru bir sesle “Ne zamandır oradasın?” diye sordum. Omuz silkip “Sen pervaza geçtiğinden beri.” Dediğinde gözlerim şaşkınlığımı ele verircesine irileşti ama hemen toparladım. Tekrar önüme döndüm. Şafak neredeyse sökecekti. Yavaştan yumuşak bir pembe, grili mavinin yerini alıyordu gökyüzünde. Başımı cama yasladım.

Yarım saat kadar ben şafağı, o beni izledi. Hiç konuşmadık. Yanıma gelmedi. Beni inceleyen bakışlarından rahatsız olsam da ona hiç bakmadım. Sonunda güneş yüzünü gösterdiğinde ayağa kalktım. “Giyinmem lazım.” Diye mırıldandım başım önde. Çıkıp kapıyı kapattı. Dolabıma ilerledim. Üzerimdekilerden kurtuldum. Mavi bir tişört ve koyu mavi kot pantolonumu çıkarıp giydim. Saçımı rastgele bir at kuyruğu yapıp çantama defterlerimi ve kalemlerimi yerleştirip çıktım. Mutfağa ilerledim. Mark oradaydı. Arkası dönük, ocağın önünde bir şeylerle uğraşıyordu. Buzdolabını açtım, içinde bir çikolata buldum. Tam kağıdını açacakken Marcus’un öfkeli bakışlarını üzerimde hissettim.Başımı kaldırıp ona baktım, yanılmamıştım. “Kahvaltı hazırladım.” Diye tısladı. Bir kez daha şaşkınlığımı gizleyemedim. Marcus ve kahvaltı hazırlamak, yemek yapmak..Birbirleriyle fazlaca alakasızlardı doğrusu. O anda elindeki tavayı fark ettim. Yüzüne yapışan sert ifadesiyle o kadar tezat duruyordu ki kıkırdamama engel olamadım. Kaşları çatıldı ama bir yandan da biraz olsun neşelenmiş gibiydi. Duyguları benle paralellik gösteriyordu sanki. En azından bazı anlar.

Elindeki tavayı masaya bıraktı. Omlet yapmıştı. Rafların birinden bir tabak çıkardı ve omleti tavadan sıyırıp tabağa koydu. Tabağı masaya bıraktığında bana döndü. “Ye.” Dedi başıyla omleti işaret ederek. İlerleyip sandalyeye oturdum. Karşımdaki sandalyeye oturdu.Ona baktım ve “Sen yemeyecek misin?” diye sordum. “Hayır.” Dedi. Sadece kısa diyaloglar kuruyorduk. Hiçbir iletişimi olmayan ama birbirine muhtaç iki insandan ibarettik. Ne kadar saçmaydı.Ne kadar ironikti.

Yavaşça omletimi yedim. Bakışlarını üzerimde hissediyordum ve bu beni rahatsız ediyordu.Rahatça yiyemiyordum. Birden başımı kaldırdım ve “Ne bakıyorsun?” diye sordum.Bu ani cesur tepkim onu şaşırtmışa benzemiyordu çünkü yüzünden hiçbir ifade geçmiyordu.Bu ifadesizliğine şaşıran bendim hatta. “Yiyemiyorum.Sen bakınca.” Dedim.Yanağının bir kenarı eğreti bir şekilde havaya kalktı. Sonra ayağa kalktı. “Salondayım.” Dedi ve gitti.

MÜHÜRLÜ DUDAKLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin