Hemen sırama oturdum.Tedirgin zamanlarımda yaptığım gibi elim hemen boynuma gittim. Parmak uçlarım stresle boynumda ve köprücüklerimde gezindi.Derin birkaç nefes aldım.
Kafamı kaldırdığım gibi camın ardında, her zamanki bankına oturmuş gözleri üzerimde Mark'ı gördüm.Kaşları çatıktı.Carlson'a yaptığı gibi, her an gelip beni sınıftan çıkarabilecek gibi bakıyordu, ufacık bir şey bekliyordu.
Bakışlarımı ondan kaçırdım.O sırada Carlson'unda sınıfa girmesiyle her şey tam oldu.Bir o eksikti. Herkes yerlerine yerleşirken Carlson'un gözleri yeni ucubede takılı kaldı. Onu hemen tanımıştı.Elimde olmadan arkama dönüp ona baktım.Arka çaprazımda,en arkada oturuyordu. O da gözlerini Carlson'a dikmiş sırıtıyordu.Carlson boğazını temizledi. "Evet, yeni bir arkadaşımız var sanırım, kendini tanıt." dedi laptopuyla uğraşırken.
Tüm gözler bay ucubedeydi. Göz ucuyla ona baktım.Kasılarak ayağa kalktı.Fazla beyaz tenini kaplayan bir sürü dövmesi vardı.Oldukça uzundu.Mavi gözleride teni kadar donuktu. "Fou. Fou Femand. Fransız kökenliyim. İsmimin anlamı deli, çılgın demek.Soyismim ise maceracı.İkisininde anlamını taşıyorum.İstediğimi elde etmek adına da her şeyi yaparım." Göz ucuyla ona bakarken son cümlesinde gözlerinin bana kilitlenmesiyle göz göze geldik.Adice sırıttığında önüme döndüm."
Carlson soğuk bir şekilde "Hoşgeldin." diye mırıldandı ama sesinin tınısı 'Bir sen eksiktin kırık!' der gibiydi. Ve hemen derse geçti. Dersin büyük çoğunu her zaman olduğu gibi, daha doğrusu ben onu uzakta tutmak için gerekenleri taşıdığımdan beri olduğu gibi bana uzak köşesinde geçirdi.
Bu Bay Ucubenin gözünden kaçmamış olacak ki alay dolu ses tonuyla Carlson'u çözemediği bir soru için yanına çağırdı.Ama Carlson'da zekiydi ve onu tahtaya davet etti soruyu yazıp arkadaşlarıyla paylaşması için. Gerginliği muhtemelen tek hisseden bendim. Bu sınıfta çok zorlu bir sene geçireceğim kesindi.Tabi eğer bir sene geçirebilirsem.O part kesin değildi.
Hala her şeyi garipsiyordum.Bazen uyanacağımı ve sıkıcı hayatıma devam edeceğimi düşünüyordum.Bu uzun bir rüyaydı.Hatta uzun bir kabustu. Öyle olmasını diliyordum.Ama uyanamıyordum işte.
Eğer bu bir kabussa ben lanetli uyuyan güzeldim ve benim uykum yüz yıl da sürmeyecekti, daha uzun olacaktı muhtemelen.Çünkü beni uyandıracak bir prens yoktu ve istediğim de kuşkuluydu.
Fou tahtaya çıkıp soruyu yazdı. Carlson'un gerçek fizikçi olmadığını bildiğinden oldukça zor bir soru yazmıştı.Carlson'a pis pis sırıtırken Carlson çaktırmamaya çalışsada gerildiğini anlamıştım.Sınıfa karşı küçük düşmemesi gerekiyordu.
Şu durumda Carlson'dan da nefret ediyordum Fou'danda.Vermem gereken karar hanginden daha çok nefret ettiğimdi.Ve bende tahtaya kalktım.
Parmak bile kaldırmamıştım.Anlık gelen bir dürtüydü bu.Tahtadaki soru zor olabilirdi ama bende hem zeki hem çalışkandım.O soruyu çözebilirdim.Tahtanın yarısını dolduran işlemlerin ardından şaşkın bakışların arasında hiçbir şey demeden yerime oturduğumda pencerenin ardındaki Mark'la göz göze geldim bir an.Kaşları çatık bana bakıyordu ama bu kızgınlıktan mı şaşkınlıktan mı çözememiştim.Umursamadım.
Carlson gülümseyerek durumu çaktırmamak adına "Sanırım arkadaşınıza bir A vermeliyiz." dedi ve defterini açıp bir şey karaladı. Öfkeden çenesi kasılmış ve ölümcül bakışlarla bana bakarak yanımdan geçip gitti Fou hışımla. Onu kızdırmıştım.Korkmalıydım belki ama artık ne yapacağımdan hatta ne hissetmem gerektiğinden bile emin olamıyordum.Bende hissetmedim.
Ve günü atlattığımda tam kapıdan çıkacakken Fou'nun parmakları bileğime kilitlendi. Calrson ayırmak için bana yaklaşmaya çalıştığında bir anda acıyla inleyerek geri kaçtı. Fou ona sırıttıktan sonra beni sürüklemeye başladı. Normalde çıkmam gereken zamanı birkaç dakika geçmişti. Mark'ın geleceğini umut ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜHÜRLÜ DUDAKLAR
FantasyTüm gücü elde etmek için o kıza ihtiyacı vardı.Herkesin olduğu gibi.Kızdaki dokunulmamışlığın mührü gücün anahtarıydı. Yaydığı aura sayesinde ona ulaşmıştı Mark. Damarlarında zifir gibi simsiyah karanlık akan Mark.. Ataları kötülüğü seçmişti, soyu...