#kimkatil

945 76 28
                                    

Önüne kötülük etme fırsatı çıkmamış kişiye, iyiliğinden ötürü teşekkür edilebilir mi?

Cervantes

GEÇMİŞ, NEW YORK, KATİL

Kelimelere dökemediklerim vardı benim, söyleyemediklerim...

Hepsi boğazıma dizilir kalırdı. Konuşamazdım, konuşmadım yıllarca. Önce ben konuşamadım, sonra konuşmuyorum diye susturdular beni. Yok saydılar. Daha çok gömüldüm sessizliğe. Sonraları alıştım. konuşmamak karakterim oldu. Özümsedim. Hiç yargılamadım sözcüklere dökemediklerimi...

Üniversitenin ilk senesi, henüz ne olduğunu anlamayan sudan çıkmış balık gibiydim. Zekamın öncülüğünde yaşımdan iki yıl erken buradaydım. Diğerleri beni hala bir çocuk olarak görürken, ben onaylanmış bir dehaydım. İnsanların beni dışlamaları, onlar için kolay olanıydı. Konuşmayan ezik, üniversiteye gelmiş! Farklıydım, hep farklı olmuştum. Hepsi annemin sayesindeydi.

Konuşmamam bir tercihti. Benim tercihim...

Şu güne kadar kimseye bir şey ifade etmek zorunda kalmamıştım böylece. İlk başta insanlar farklı olmamı yadırgasa da öğretmenlerim bana olanı görmüşlerdi, neden sustuğumu anlamışlardı ve kolayca eğitimime devam edebilmiştim. Çok kısa bir süre sonra, matematiksel zekamın bilgisayarla neler yaptığını keşfedip o yönde eğitildim. Böylece bilgisayar mühendisliği eğitimine başlarken hiç de zorlanmadım.

Ancak üniversite farklı açılardan zorlayıcı olabiliyordu. Mesela hocalarımın hiçbiri beni tanımıyordu. Neden konuşmadığımı, neden bunu tercih ettiğimi bilmiyorlardı. O yüzden bir gün, sabahın erken saatlerinde girdiğimiz bir derste hoca yanıma gelip sorular sormaya başladı. Cevap vermek zorunda değildim, vermedim. Ancak ilerleyen saniyelerde cevap vermeyişim, soruların cevabını bilmiyormuşum gibi algılandı. Suskunluğumla dalga geçilmesine alışkındım ve açıkçası çok da umurumda değildi. Ancak karşımdaki insanın zekamı sorgulaması, kalbimdeki o hassas noktaya değmişti. Gerginliğim, alnımda belirginleşen damarlardan anlaşılıyordu. Kızarmıştım ve nefes alış verişim hızlanmıştı. Ancak algılarımı böylesine hocaya gösterirken o hiçbir işaretimi anlamadı. Gülmeye devam etti.

"Bir de üstün zekalı mı diyorlar sana?"

"Nasıl olmuş da üniversiteye gelebilmişsin anlamış değilim?"

"Kahkahalarım seni yanıltmasın çocuğum, aslında çok sinirliyim!"

"Sorduğum kolay sorulara bile cevap veremiyorsan nasıl mühendis olacaksın?"

Yutkundum. Bir kez daha yutkundum. Elimdeki kalemi sinirimi ifade edecek biçimde yumruğumun içinde sıkıştırmıştım. Beden dilim ona her şeyi ifade ediyor olmalıydı. Ama konuşmaya devam ediyordu. O konuştukça beynim bulanıyordu. Her şey üstüme geliyordu ve sesinin tınısı kulağımı tırmalıyordu. Kahkahası yükseldikçe kulaklarımı kapatma isteğiyle doluyordum, ancak iradem orada oturmak için beni zorluyordu.

Sadece yüzüne bakıyordum, sonra milisaniyelik bir zamanda aklıma gelen ilk şeyi yaptım. Yapmamam gerekiyordu ama yaptım. Düşünmek, varoluşun en büyük kozudur. Ve ben düşünmeden yaptığım ilk olayın bedelini altı yılımla ödedim.

O rahatsız edici ses tonuyla konuşmaya devam ederken, eli masamın üstündeydi. O an yapmam gereken en doğru şey suskunluğuma devam edip, kalkıp sınıftan çıkmaktı. Bunun yerine, elimde sıkıca tuttuğum kalemi, hocanın sıranın üstünde duran eline sapladım. Sınıftaki herkes bir anda sustu. Konuşmalar, gülüşmeler... Hepsi gitti. Sadece hayretle açılmış gözler kaldı. Her birinin gözlerini üzerimde hissediyordum.

Ev Kızı Evren (Altın Günü Serisi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin