Bölüm 41 2/3 : "ARDIŞIK SALDIRILAR"

114 35 0
                                    

Zırhlı aracın içinde ellerimiz tetikte ilerliyoruz. Aracın içindeki loş ışık yüzünden mayışmamak için sürekli oturduğum yerde hareket ediyorum ancak demir oturak hareket ettikçe her yanıma batıyor. Mayıs sıcaklarının yanında bir de bu metal kutunun içinde olmak beni iyice bunaltıyor. Beni tek sevindiren şey ise yolumuzun kısa olması.

Gece yapılan baskının ardından şirketin üzerine yürümeye karar verdik. Askerler tüm gece ayakta olduğundan Zeynep dinlendirilmelerini istedi. Bu yüzden yola çıkmamız öğleni buldu.

Karşımda oturan Bahadır'ın yorgun yüzünü izliyorum. Her şeye rağmen bizimle gelmek istedi.Bunun için eşini bile aceleyle gömdü. Hiçbirimizin yardımını istemedi. Sadece kalan tek çocuğunun, yani Henna'nın bunu öğrenmemesini istedi bizden, özellikle de benden. Bir de onun üzülmesini istemedi. Meğer annesi hiç gitmemiş, hep aynı şehirdeymiş. Sevdiklerim için ağır bir yükü daha sırtladım omuzlarımla.

Bakışlarımı fark eden Bahadır başını yerden kaldırıyor. Ben de bakışlarımı kaçırmıyorum ondan.

"Bizimle gelmeyebilirdin." Diyebiliyorum sadece. Onu avutacak sözler söylemeyi çok isterdim ama böyle şeyleri hiç beceremem.

"Artık bitsin istiyorum. Sonra, kızımı da alıp gideceğim." Diyor ağlamaktan çatallaşmış sesiyle. Bu sözlerin ardından Poyraz ani bir hareketle başını yere eğiyor.Bahadır da bunu fark ediyor.

"Ve seni de Poyraz." Diyor. "Eğer istersen tabi." Başını tekrar kaldıran Poyraz ile birbirlerine gülümsüyorlar.

"Ben seni oğullarım yerine koydum." Diyor Bahadır son olarak. O an aklıma ölen oğulları geliyor. Arel'i korumak için ölen oğulları. Mağaraya yapılan baskın sırasında Arel bana koşarken onu koruyanlar Bahadır'ın oğullarıydı. Tabi ben bunu daha sonra öğrendim. Onlar olmasaydı, defter bana hiç geçmeyecekti belki de. 

Defteri en baştan okumaya başladığım anı geldi gözlerimin önüne. Arel'in bizle tanıştıktan sonraki ilk yazıları virüsle ilgiliydi daha çok. Virüsü anlamaya çalışıyormuş. En çok kafasını karıştıran şey ise rastgele diye düşündüğümüz bağışıklık durumunun Bahadır'ın ailesinin bozmasıymış. Defterdeki yazıyı çok net hatırlıyorum. "Nasıl olur da yaşayanların ailelerinden kimse yaşamazken, Bahadır ve onun çocuklarının hepsi yaşıyor?" Virüse bağışıklığı olan herkesin akrabalığının bulunduğu insanların en azından bir kısmının yaşaması gerekir,aynı Aykut'un ailesinde olduğu gibi. Yoksa o çocukları özel yapan tek taraflı akrabalık değil de çift taraflı akrabalık mı? Yani hem baba hem anneleri sayesinde mi hayattalar?

"Bahadır, eşinin defnederken gözüne bir iğne izi çarptı mı?" Diye soruyorum aklıma geldiği gibi. Bahadır afallamış halde bana bakıyor.

"İğne izi m?"

"Şirkette tedavi olan insanların kolunda gördüğümüz gibi bir iğne izi."

"Hayır, hiçbir şey yoktu. Neden sordun?" Bu soruyla karşılaşınca artık bunların bir önemi olmadığını kavrıyorum.

"Boş ver. Önemli değil." Diyerek geçiştiriyorum.

Demek bağışıklığı olan kişilerin çocukları da bağışıklığa sahip oluyor. Arel bu yüzden cevabı hiç bulamadı. Çünkü Bahadır'ın eşinin bağışıklık durumu hiç aklına gelmemişti. Gerçi nasıl aklına gelsin ki? Bir insanın bağışıklığının olması ihtimali çok düşükken bağışıklığı olan insanların birbirini bulmuş olması çok daha düşük bir ihtimal.

Araç kısa bir süre içinde yavaşlayarak duruyor. Kargo bölümündeki biz, birbirimize bakınıyoruz. Ardından, şoför aramızdaki metal levhaya iki kez vuruyor. Bu tehlike olmadığını bildiren tıklama olduğundan kapıya en yakın asker kolu çekerek kapıyı açıyor. İçeri giren gün ışığı gözlerimi sızlatıyor. Yanımdaki insanlar araçtan indiğinde metal oturak üzerinde kapıya doğru kayıyorum. Ayaklarımı aşağıya sarkıtıp, uyuşukluklarını açmak için sallıyorum. Sağ omzuma birinin çarpmasıyla dengemi kaybediyorum ve araçtan atlamak zorunda kalıyorum.Ayaklarım yere değdiğinde yerden kasıklarıma kadar bir acı dalgası geçiyor.Duyduğum acı yüzünden yüzümü ekşitiyorum.

"Pardon."Diyor asker yanımdan geçerken. Başımı iki yana sallıyorum. Doğrulup, araçların ortasında kümelenen topluluğa doğru yürüyorum. Zeynep ile farklı noktalardan grubun ortasına aynı anda giriyoruz. Her zaman ki gibi grubun ortasında Berzavar.

"Çavuş,güvenliğimizi sağlayın." Diyor dün gece gördüğüm askere. Poyraz teğmen olmasına rağmen, Berza onu hiç kullanmıyor. Poyraz'ın önce Arel'e, ardından bana bağlı olduğunu bildiği için olmalı ya da çavuşla olan ilişkisinden dolayı da olabilir. İçimden sırıtıyorum.

Askerler çevreye dağılırken Berza onu izlememiz için bize işaret ediyor. Siper olarak dizilen araçlardan en sağındakinin dibinde buluşuyoruz.

"Daha fazla hazırlıksız yakalanmamak için, şirketin gözümüzün önünde olmasını istedim ama hemen saldıramayız." Diye söze giriyor Berza. "Dün gece çok fazla adam kaybettik. Bu halde savaşamayız. Seferberlik ilan etmek istiyorum. Valilikte kaç insan var Zeynep?" Sesindeki çaresizlik bana da tesir ediyor. Bir an umutsuzluğa kapılıyorum.

"İki yüz elli kadar insan var. Ellisi asker, otuzu yaşlı ve çocuk."

"Onayınız varsa, savaşabilecek durumda olan herkesin burada olmasını istiyorum." Zeynep ile birbirimize bakıyoruz. Zeynep gözlerini benden ayırmadan başını yavaşça aşağıya eğiyor. Ben de gözlerimi yavaşça kırparak onay veriyorum.

                     +                            +                           +

"Efendim,binanın iki yüz elli metre uzağındalar."

Berza askeri onaylamak için gözlerini kırpıyor ve başka bir askere dönüyor.

"Drone'ları binanın ana girişine yollayın."

"Emredersiniz efendim." Diyor asker gür sesiyle. Binanın yan tarafına yaklaşmakta olan müfrezeyi izlemek üzere dürbünümü gözlerimin hizasına kaldırıyorum. Kısa bir arayıştan sonra askerleri nerede olduğunu buluyorum. Tahmin ettiğim gibi yolları apaçık belli oluyor. Askerlerin o yoldan gitmemesi konusunda Berza'yı uyarmıştım. Ben onları nasıl hemen bulduysam şirkette bulabilir. Her neyse olan oldu artık.

Aynı anda havalanan Drone'lar müthiş bir gürültü çıkarıyor ortaya ancak binaya doğru uçmalarıyla gürültü hızla azalıyor. Birkaç dakika sonra Drone'lar havada nokta halini alıyor. Ne olduğunu görebilmek için Drone'ları kullanan askerlerin yanına gidiyoruz. Zırhlı araçların ikisini dolduran pilotları, sanal gerçeklik gözlüklerini takmış vaziyette buluyoruz. İki aracın arasına yerleştirilen büyük ekranda tüm Drone'ların kamera görüntüleri sırayla geçiyor. Çavuş ise ekranın hemen yanında kulaklığıyla pilotlarla konuşuyor.

Bir kamera görüntüsünden bölüğün binaya iyice yaklaştığını görüyorum. Drone'lar yaklaştığı ön taraf ise terk edilmiş gibi duruyor. Gerginliği Berza ile paylaşıyorum. O da benim gibi bir ipucu ya da bir hareketlilik bekliyor.

Ve beklediğimiz şey gerçekleşiyor. Kameraları arka arkaya kaybediyoruz. Büyük ekran sonraki kameraya geçtiğinde binanın her yanından makinalıların ateş ettiğini görüyorum. Karşılık veremeden Drone'larımızı kaybediyoruz. Neler olduğunu görebilmek için araçların arkasından geçip, ağaçların arasından açıklığa çıkıyorum. Yüksek bina ile karşı karşıya geliyorum. Arkalarında dumanlar bırakan Drone'lar ateş topları olarak yere yağıyorlar. Onca emek ve çalışmanın bir anda çöp oluşunu seyretmekle yetiniyorum. O kadar parçayı vadiden toplayıp getirdik. Parçalardan kendi Drone'larımızı yaptık. Kendi yazılımlarımızı yaptık ve şimdi eski hallerine döndüler.

Yaşadığımız kaybın üzüntüsünü duyarken, aklıma müfreze geliyor. Dürbünle müfrezenin olduğu yere bakıyorum. Müfreze hala rahat rahat binaya doğru ilerliyor. Yolları ne kadar da sakin görünüyor aynı... Aynı mağaradaki patika... Gibi... Ah! Hayır!

Arkama dönüp hızla diğerlerinin yanına koşuyorum. Sol elimde tuttuğum dürbün kolum sallandıkça dengemi bozuyor. Yarım saniye içinde bırakmaya karar verip, elimden bırakıyorum. Birkaç adım sonra tekrar lazım olabileceği aklıma geliyor ama geriye dönmek için çok geç.

Diğerlerini gördüğüm gibi ellerimi havada sallıyorum dikkat çekmek için. Birkaç kişi anında beni fark ediyor.

"Müfrezeyi durdurun!" diye bağırıyorum avazım çıktığınca. Çavuş telsizini havaya kaldırınca, Berza onu eliyle engelliyor ve kaşlarını çatarak bana bakıyor.Yanlarına varırken tekrar bağırıyorum.

"Mayın var!"Çavuş bu sefer Berza'nın elini çekiyor ve telsizi ağzına yaklaştırıyor ama daha konuşamadan patlama seslerinin yankıları kulaklarıma ulaşıyor.

TÜKENİŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin