1. kiminin hikayesi yarım kalır bizim gibi
Durup düşünmemek, beklemeden terk etmek ve ani kararlarının sancısını çok değil eylem anından yalnızca üç saat sonra kahrolarak çekmek bendeniz piç kurusu Kim Minseok için alışılmamış şeyler değillerdi.
Koşmayı severdim, çok küçüklüğümden beri, uçarcasına öne ve arkaya savrulan kol ve bacaklarımın rüzgarı delip geçişini hissetmeyi en az kıvrılıp ters dönmek üzere olan salıncaktan aşağı atlamayı sevdiğim kadar severdim. Salıncaktan atlayıp iki ayak üstüne düşmeyi beceremeyip iki kolumu ayrı ayrı kırışım ya da koşarken virajı fark etmeyip az daha tendonumu koparışım mühim değildi, durmaksızlığın içime sızdırdığı adrenalin hissinin her daim müptelası olmuştum, ama kemikler ters kaynarsa ve yarıklar doldurulamazsa insan aynaya bakarken kaybolurdu, bazı açılan yaralar asla eski incinmemiş biçimine dönemezdi, kendi kalbini kıran eller tüm fevriliğinle çevrelenmiş benliğindi ve ağlayamayacak kadar gururlu olduğun için seni savuracak başka rüzgarlar arardın.
Ben rüzgarlarımdan çok çektim. Artık kendime itiraf edebiliyorum, bir poyraz oluşum ve hatta çok gururlu bir poyraz oluşum buna engel olamıyor artık, belki giderek yaşlandığımdan ve içimde kaybolmaya yüz tuttuğumdan içime ulaşabiliyorum ama uzanan ellerim kuvvetli değil, poyrazım gür ve sert, çünkü yalnızım.
Sabah kalktım ve alarmımı duymadığımı fark ettim, çalar saatimin üzerine yastıklarımdan birini fırlatmıştım. Çok kıymet verdiğim motorola cep telefonumda on dört cevapsız çağrı vardı, kız arkadaşım köpürmüştü, telesekreterimde çığlık çığlığaydı, yataktan kalkmam ve eşyalarımı tıkıştırdığım çantamı kapıp caddeye fırlamam beş dakika içinde gerçekleşmişti, üzerimde siyah bir eşofman takımı ve pek de kalın olmayan kahverengi bir ceket vardı.
Taksi bulmak çok kolay olmuştu, şoför abiye havaalanına abi çok acelem var, demiştim tek nefeste, evden çıkmadan bağlamayı beceremediğim yıllanmış air jordanlarımı bağlayıvermiş ve kız arkadaşımı aramıştım.
“Geliyorum, yoldayım, endişelenme.”
Bana bağırmaya başlamıştı, kolayca streslenebilen bir yapısı vardı ve benim bu rahat tavırlarımdan bazen ölesiye nefret ediyordu, cam kenarına kesinlikle o oturacaktı ve kavga etmek gibi bir lüksüm yoktu- tamam hayatım, demiştim söylediği her şeye, geliyorum işte.
Taksi durduğunda anın heyecanıyla fazla bonkör davranıp üstü kalsın paşa, deyiveriyorum, abi gülüyor, az kalsın çantamı unutacak oluyorum da uyarıyor beni- iyi ki üstü kalsın dedim diye düşünüyorum ben de. Montumun güvenli cebinde duran telefonumun ilginç bir ağırlığı var, vicdani bir ağırlık bu, havaalanına doğru depar atarken giderek ağırlaşıyor, ağırlaşıyor ve vicdanın altında kalakalıyorum.
İki haftadır kendime hiçbir şey olmayacak diyerek telkin veriyorum. Altı hafta önce, Jieun beni karşısına alıp da- Minseok, hamileyim, dediğinden beri geçtiğim inişin ilk durak noktası oluyor, bir lodos denizden esip poyrazımı savuruyor.
Beni odasındaki futona oturtup ellerimi kavrayışını ve tedirgin gülümsemesi titrerken dudaklarında hamile oluşunu korkarak avucuma fısıldayışını zihnimde altı haftadır her gece oynatıyorum. Nasıl olur, dememek için kelimelerimi yutuyorum ve elimden geldiğince hak ettiğine inandığım o harika sevgili olmak için çabalıyorum.
İki haftadır, bana evlenmek istediğini söyledikten ve ona cevap vermeden odasını terk edip biraz ağlayarak yollarda sürttüğümden beri, aniden dönüp bir şişe kapağı eşliğinde evlen benimle deyip annemi arayışımdan beri yani, geceleri rahat uyuyamıyorum. Telefonumu alalı altı ay oluyor ve ben altı aydır rehberimde kayıtlı olmayan bir numaranın beni aramasını bekliyorum.
Kendimden beklemeyeceğim bir şans var bu sabah üstümde, güvenlik kontrolüm ve check inim pürüzsüz geçiyor, kapının kapanmasına altı dakika kala el bagajımla birlikte uçağa binebiliyorum.