6

0 0 0
                                    

6.burada ölmek için çok gencim.

Kızarmış gözlerime hiçbir şey söylenmiyor. Gözyaşlarım izlenmiyor, kestaneli pasta boğazımdan nasıl olduysa kayıp gidiyor ve ben ağlamaktan şişmiş bal rengi gözler sırtımı gözlerken Jieun’un eli elimin arasında ismi rodriguez olan bu kalp kervanından çıkıyorum. 

Kapıda iki genç bir motorun önünde durmuş atışıyorlar, içeride masamıza bakan iki garson olduklarını fark ediyoruz, chanyeol ve jongin. 

Sakın yapma böyle bir şey, diyor biri ötekine, yemin ederim bir daha konuşmam senle. 

Birbirlerine bakışlarında bir şey var, kulağıma fısıldanıyor, sahiden develer öldürülmüş yokuşlarında görebilen insan anlıyor. 

Romantik bir herif değilim, çocuklara bakıyor bakmasına ama ikide bir gözüm ayakkabılarıma kayıyor, bana türlü yalanlar söyleyin ama on bir sene aynı ayakkabıyı giyen herifin beni sildiğini söylemeyin, normalde buna asla tutunmam ama o benim poyrazımda buğuntu ben gözlerim gördükten sonra aksine inanmaya kalksam ölürüm. Romantik bir herif değilim ama bir motor başında- ki eskiden çok sevdiğim bir dostumu hatırlatır motorlar bana yüreğim sızlar- birbirine çok yakın ve elleri üst üste iki genç adam gördüm mü senaryoyu bilirim, en nihayetinde olamamış bir şairim. 

İyi akşamlar gençler, diyorum onlara dönüp bir defa bakmıyorlar, çok yoğun bir dansın eteğine düşmüşler, dudakları üst üste. 

Gidelim artık, diyorum, bisikletime kadar çok sessiz bir yürüyüş gerçekleştiriyoruz. 

Ben pedalı çevirmeye başlayınca kollarını benimkilere dolamış Jieun konuşuyor, aradı beni, diyor, yine. 

“Baş edemiyor sensizlikle,” diyorum, “Pastayı beğendin mi?” 

“Çok hoştu, normalde sevmem kestane ama bu pasta sahiden ayrı bir hoştu.” 

İçimde develer gömülüyor, diyorum ona, her an yığılıp kalabilirim sevgilim. Yavaş sürüyorum bisikleti, burada ölmek için çok gencim. 

“Sana nasıl baktığını gördüm.” 

“Nasıl.” 

“Ölüyormuş gibi, bir anda, tek tebessümle.” Hiçbir şey söylemiyorum, pedalları yavaş yavaş çeviriyorum sadece, bak ağaçlara ve havaya, Seul’de böylesi yok değil mi? 

“Burada yaşamak isterdim, sanırım. Ama şehri de özlerdim. Kaosu ve kavgayı, derdim olmasının getirdiği yaşıyormuş hissiyatını. Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?” 

Evet, diyorum ona, kalbimden başka derdim olsun diye kaçtım ben de buradan. İlk gittiğimde üniversitedeyim, üç saat uzaklıkta bir yeri kazanmışız. Annem per perişan, telefon yok elimizde o zamanlar, yurtta da iki tane var yalnızca istediğinde duyamayacak sesimizi, istese görüp koklaya ayacak saçlarımızı. Bizi, beni değil bizi. En azından birliktesiniz, diyor, birlikte gidiyorsunuz. Kasabanın eksikliğini çekmiyoruz çünkü o ve ben biz beraber gidiyoruz okumaya, onsuz changsam bilmediğim gibi deabuk da bilmiyorum, barları odaları sınıfları ve çayırları onunla keşfediyorum. Kalbim onda ve kalbimin onda olduğunu gizlemeye çalışarak üç sene geçiriyorum, ha changsam ha deabuk farkı yok benim için. Kalbim tam. Ama dert arıyor insan kendine, benim derdim bastırılmışlığımken iplerimi çözüyor, onun kollarında tamamen kendim oluyorum. Sonra gidiyor, derdim onsuzluk oluveriyor yüreğim yaşamayı bilmiyor. Çünkü ben değil, o değil, biz. Bizden başka kelimeyi anlatamıyorum yüreğime. Okulu bitirmek elzem olsa da azap, ne changsam yetiyor bana ne deabuk, onunla bildiğim topraklar onsuz ağlıyor yalnızca ellerime. Kaçıyorum ben de.

hüzün şehrinden mutlu sonlar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin