2. sevmiş miydim seni git de sor sonsuzluğa.
Annem Jieun’u seviyor. Bunu gözlerindeki pırıltıdan anlayabiliyorum, belki bir miktarcık karnında ondan da bir şeyler taşıdığı için de olabilir bu, diye düşünüyorum ama en nihayetinde seviyor.
Bağırıyorum, beeen geeeldiiiim, beeen geeeldiiiim, annem balkondan başını uzatıyor, küçük bigüdilerini başına sarmış, sardunyaların arasından uzanmış ve onlardan farksız, bir çiçek adeta. Yüzündeki şaşkınlığa gülümsüyorum, omuzlarımdaki baskının hafiflediğini görüyorum gülüşünde, annemin sağ gözünün altında iki gamzesi var.
Feryadı dolu dizgin, Jieun afallıyor, annem bizi görünce öylesine afallıyor ki az daha balkondan aşağı düşecek, iki üst katımızda oturan ton ton Deuk annemin sesine cama yanaşmış bana el sallıyor.
Evimiz küçük bir felaket, her köşede bana ve dolu dizgin çocukluğuma ve elbette ki ekürim Zhang Yixing’e dair izler var ve Jieun bunu görüyor, gözlerini üzerime dikiyor ve gülümsüyor, gördüğünü ve acımı anladığını anlatmak ister gibi.
Birebir aynı değil tabii, bilmeden telepatik yolla cevabımı yolluyorum, yanılgı rüzgarlarına bayılıyorum zannediyorum ki, derdimiz oysa aynı.
“Seni çok ama çok ama çok özledim. Bahçemiz, çayırlar, nehirler, ton ton Deuk ve diğer tüm herkes çok özledi seni.” Bırakmak istemez gibi sarılıyorum anneme, bırakmak istemiyorum. Canımın acısını alsın istiyorum, iyileştir beni diyorum ona hatta. Bizi içeri sokuyor bir çırpı elleri yanaklarımda, dudaklarını önce şakaklarıma sonra göz kapaklarıma bastırıyor, kıymetlim benim, diyor bana canımın bir tanesi. Koz arkadaşım kapı eşiğinde ne yapacağını bilemez ve bacakları birbirine yapışık vaziyette dikilirken annem onu görüyor- yüzünde bilgeç bir ifade. Yavrum tuvalet ileride sağda diyor sonra ona.
İyileştir beni diyorum. Jieun tuvalete gittikten hemen sonra. Hislerimde bir tutarsızlık bir oturamamışlık var, neden böyle, biliyor musun?
Annem bize çay yapıveriyor, çaya olan düşkünlüğümü tamamen ondan miras almışım. Büyük büyük nenemden yadigar antika porselenlerinde demlediği mis gibi çaylarından yapmış. Benim için. Çok ama çok özlemiş beni, burnunda tütmüşüm, sık sık ayak bilekleri bükülürmüş ben uzaktayken, sen üzgünken bükülür onlar, diyor bana, çok büküldüler sen çok üzülmüşsün. Yok canım, diyorum ona, ne kadar mutlu olduğumu görmüyor musun?
Annemin gözleri dingin denizler gibidir. İlk on yaşımda söylemiştim bunu ona galiba. Şair mi olacaksın başıma, demişti. Oturduğumuz bu binanın yerinde prefabrikler vardı, dört katlı bir aparman değil de prefabrik bir müstakilden bozma iki daireydi o zamanlar. Ton ton Deuk ve biz vardık sadece. Eli çok yumuşak saçlarıma dalıp çekiştirmişti onları, parmaklarının her birinde ayrı eşsizlikte nasırlar örülmüştü. Şair mi olacaksın he sen, demişti sesi, aslında umut vardı içinde ama ben ürkmüştüm, seni mutlu edecek bir adam olacağım, demiştim. Denizleri dalgalanmasın istemiştim yalnızca. Belki gözleri mavi değildir annemin ama annem bir dünyadır, benim dünyamdır ve annemin gözleri hep uzaklara yol alır. Belki birer okyanustur gözleri bilemem ama koşsam da evden uzaklaşmak korkutur beni, deniz içte bir kıyıdır, deniz tatlı balıklar ve köpekbalıklarının dişlerinden uzak tatlı bir rüyadır ve onun denizleri en içimde kalbim kayığını bağladığım limana vurur.
O kadar çok seviyorum ki onu. Gerekirse ölüme koşabilirim.
Jieun yanımıza döndüğünde annem ona da bir bardak çay dolduruyor, Jieun pek sevmez, diyorum hemen, hazımsızlık yapabiliyor. Kız arkadaşım epey bir solgun görünüyor, azıcık kustum, endişeleniyorum hemen soruyorum iyi misin diye, biraz dinlensem daha iyi olabilirim diyor çekinerek.