3

1 0 0
                                    

3. ya dönülür ya dönülmez kimse üzülmesin 

Eski bisikletimi depodan çıkarıyorum, Deuk’un kardeşi Hangmi bana yardım ediyor. Görmeyeli epey yaş almış, saçlarına ak şakaklarına al düşmüş adamın. Çok gürültü çıkardığımızda bizi kıçımızı tekmelemekle tehdit eden diri adamdan eser kalmamış. 

Vay, vay, vay, kimleri görüyorum yahu! Söylediği şey aynen buydu, gülüp sarılmıştım yaşlı adama. Eşinden boşanmış kızıyla Deuk’un yanına yerleşmiş, kızı lise ikideymiş, kendisi de sanayide araba tamir ediyormuş. 

Çok iyi abi, diyorum, sen n’apıyorsun diye soruyor sonra bana. Grafik abi ya, diyorum, reklam işleri yapıyorum öyle düşün. 

Süper aslanım, deponun kilidini kırıp bisikletimi iri elleriyle dışarı çıkarıyor, zincire dikkat et ama belli olmaz he, diyor, bir de akşama gelin birer kahve içelim. 

Annem Jieun’a kendi bisikletini veriyor. Gözlerimizle bile konuşmuyoruz, kireç kesmiş ellerim var benim konuşmayı hak etmiyorum. 

Jieun bisiklete binmekte çok iyi değil, ama biraz yardımcı olunca halledebiliyor. Onunla biraz dalga geçiyorum. Evin önünde onun düzgün sürebilmesi için yarım saat uğraşıyoruz. 

“Hamileyim ben çok normal!”

“Bununla alakası olduğunu pek sanmıyorum!” 

Umursamıyor beni, kocaman bir kazak giymiş üstüne, komik görünüyor ve gülüyorum. Sinirleniyor. 

“Kime gülüyorsun sen ya.”

“Sana. Kime olacak.” 

“Allah allah, adama bak ya. Çok mu komik?” 

“Tabi kızım, şehirden köye inmişsin ilk defa, adaptasyon sıkıntısı normal elbette.”

“Lanet bir bisiklet Minseok, traktör değil bu.” 

“Ben bilmem valla,” eğlenerek söylüyorum, liseli bir kız geliyor karşıdan. “Seul’de traktörle bisikletin pek farkı yok değil mi?”

“Ay lütfen başlama yine saçmalıklarına. Jongdae sürmüyor mu bisiklet, bilmiyorsun sanki. İlla söyleteceksin.” 

“Ne alakası var bununla, eğlenmeye çalışıyorum ben sadece. Onun adını zikretmeden üç cümle kuramayan sensin.” 

“Asabımı bozuyorsun.” Kız yanımızda duruyor. Ona gülümsüyorum.

“Asıl sen benim asabımı bozuyorsun.” 

“Asabın varmış gibi konuşma gevşek herif. Umrunda sanki. Sokakta çırılçıplak dolaşsam özgürlükçü olduğumu düşünüp gülüp geçeceksin. Umrundaymış gibi geveleyip durma deliriyorum.” 

Kaşlarımı çatıyorum. Annemin kırmızı bisikletinin üzerinde dengede durmaya çalışıyor, beceremiyor elbette. Bu sefer ona yardım etmeye çalışmıyorum, bırakıyorum kendine yenilsin. Ki öyle oluyor. Kız yanıma geliyor, yüzünde bir gülümseme benim gibi o da Jieun’u seyrediyor, bu da daha da gerilmesine yol açıyor. Beceremiyor. Bora ben, sırıtıyor, Deuk’un yeğeni. 

“Arkama atlarsın, tek bisiklet gideriz,” diyorum. “Ben çok iyi sürüyorum. Eğer çok istersen de Bora sana öğretir bir ara. Nasıl olsa buralardayız.” 

“Tabii ki,” diyor kız, “Şap diye öğretiveririm.” 

Kızın kahkülleri ve diş telleri var. Çok havalısın be, diyorum ona, beşlik çaksana benle. Postacı çantası var bir tane, forması darmadağın bakınca fark ediyor insan. Beşlik çakmayı anında kabul ediyor, garipsememesine bayılıyorum. 

“Bir şeyin yok ya?” Sesi kibarlaşmış Jieun’a gülümsüyor, fısıltıyla futbol oynuyorum da, diyor, babam duymasın. Arkadaşları çok ısrar etmiş oyna diye, normalde hafta içi hele de üzerinde formayla asla oynamazmış. Babam hoş bulmuyor oynamamı, diyor dudağını ısırıp, ama halam çok hoşlanıyor. 

“Deuk delidir ya. Hastayım ona, az kızdırmamışımdır ama bayılırız birbirimize karşılıklı.” 

“Herkes öyle söylüyor,” diyor. “Biz buraya yeni taşındık ama geldiğimden beri öyle duyuyorum. Çok tatlı biri.” 

Kimden mesela, diyorum, annemin bisikletini bağlamaya giderken. Jieun çantasını almak için içeri geçmiş. 

“Kimya öğretmenim çocukluktan tanıyormuş. Arkadaşı bu tarafta oturuyormuş galiba emin değilim, az dövmemiştir beni diyor halam hakkında. İnanması güç tabii, tatlı bir adam, abartıyor herhalde.” 

“A, ben de tanıyorumdur kesin neymiş bu öğretmenin adı?” 

“Bay Zhang, Zhang Yixing.” 

Hadi canım, diyorum Bora’ya, canım hocanın bahsettiği arkadaş benim. Ağzımdan fırlayıveriyor düşünmüyorum ki. Manyağım ben eve döndüm ya esmeye başlıyorum herhalde. 

“Öğretmenin herkese çocukluğunda ne kadar dayak yediğini anlatıyor mu yoksa bu sana mı özel?” 

Yok, diyor, Jieun kapıdan çıkıyor o sırada. Biraz sıkıntı yaşıyorum da ben, bana yakın davranıyor sasengnim. 

“Tatlım gidelim mi hava kararmadan? Daraldım ben.”

Özür diliyorum kızdan, önemli değil diyor sırıtıp, duş almam lazım benim de zaten leş gibiyim. 

“Bulmak isterseniz meydanda takılıyor hep. Akşamüstleri çıktım mı görüyorum.” Teşekkür ediyorum. 

“Kimden bahsediyordunuz?”

“Liseden arkadaşlar ya. Sınıfımdan birileri öğretmeniymiş küçük hanımın, onları görmek istersem merkezde bulabilirmişim işte. Belki rastlaşırız.” 

“Güzel olur aslında. Tanışmayı çok isterim.” Yanağından öpüyorum onu. Ton ton Deuk bize camdan el sallıyor. Bir kere daha öpüyorum, yanağını çevirip dudaklarıma ulaşıyor. Biraz kısa sürüyor. Geri çekiliyorum. 

“Hadi önüme geç,” diyorum bisikletimi gösterip, “ Geç de sana Jongdae’den daha iyi bir sürücü olduğumu kanıtlayayım.” Bu sefer gülüyor. 

hüzün şehrinden mutlu sonlar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin