Pink Floyd - The Final CutKağıdı gelirse, seni de alır götürürler elindeki kalemle bağırdığın için. Ancak üzülme turşum, bağıramadığına yanıyor olabilirsin ama nasıl yanıyorsan, bağırmaya çalıştığın için de mutlu olmalısın. Sessizlik de var buralarda. Etrafa düşünceyi fırlatıp, bir köşede sessizce ölümü düşleyenlerin sessizliği de var burada. En azından ne olursa olsun tırnakların parçalanana kadar yazdın, bağırdın. Sesin ulaşamasa da piyonlar sizi, bizi, kimseyi unutmayacak.
Biz ağlamasını bilmiyoruz, derdi Fleur. Kendi kafeslerimizde sessiz sessiz hıçkırıp, ellerimizdeki kalemlere yakarışlarımızı sığdırıyormuşuz. Bu sözlerden sonra elindeki bastonu yere iki kez vurarak, ağlamayı en iyi bilenler, hiç ağlamamış olanlardır, der sürekli. Pat pat gözyaşları selamlarsa seni ve beni, bizi en çok yakabilecek şeyin bu olabileceğine milyarlarca kez yemin bile edebilirmiş. Çünkü hiç ağlamamış insanların sırtında senin ve benim umudum olacaktı her daim.
Babam hiç ağlamazdı. Bir kez olsa dahi onu ağlarken görmemiştim. Ancak en iyi o ağlamayı bilirdi. Dedemin gidişinde kanlanan gözlerini ve kendisini tutmasını tüm bunlara da rağmen hafif bir gözyaşının da yuvarlanıp gitmesini izlemiştik tüm ahali olarak. Ciddiydi, soğuktu, çocukları anlardı. Fakat kayıp giden gençliğimi, gözyaşlarımı, kalemimi, beni en çok öldürenleri; insanları ve her daim yakarışlarımı duyamamıştı. Çünkü ben her zaman ağlardım, ağlamayı hiç bilmememe rağmen.
Taraflardan, darbelerden ve milletin sadece tek bir düşünce uğruna kan akıtmasından nefret ettim gece beni bulduğu tüm zamanlarda. Taraflarla ve darbelerle çürüttükleri insanlıktan medet ummaları, kalp yakıcı sözlere rağmen hala utanmadan geleceğin bizde olduğunu savunmaları tam da nefret edilesi bir hareketti gözümde. Çünkü düşünce doğru olsa da diyenler yanlış kişilerdi. Bizde dedikleri halde bizi öldüren ve çürüten zaten onların ta kendisiydi. Ağlamayı çok iyi bilen onların ta kendisi...
Büyümeyi bilmeyen, hala içimde bir yerlerde yaşayan Junmyeon'a göre insanlar ancak sonunda özgür olabilecekleri, özgürlüğü tadabilecekleri tek bir çatının altında birleşebilirdi. Sonuçta yok olan ruhumuzla bir özgürlük arayışındaydık. İnsan olmamız dışında toplaşabileceğimiz tek çatı da bu arayıştan ibaretti. Unutmayın, üzüm varsa özgürlük hiç gitmez. Aslında bu üzümleri arayanlar da ağlamayı bilmeyenlerdir. Bilenler de yorgun olduklarından, sadece üzüm bahçelerinin hayalinden koşar.
Yatak altı hayaletlerinin onları bulacağını bilmeden.
İş çıkışı elimde siyah bir zarfla eve giderken ve ayrıca tam da bu düşüncelerde kendimi oyalarken delirmem an meselesiydi. Her sokak başı yağan yağmurlara inat gazeteciler beni çekiştiriyor, o duymamak uğruna yazmayı bırakabileceğim türden sinir bozucu sorularını soruyorlardı.
Tiyatronun çıkışından bu yana olaylar tam da tahmin ettiğim gibi gerçekleşmişti. Zhang Yixing asla ama asla bizi yanıltmayarak sokağın sonundaki o eve taşınmış ve her gün sinir bozucu gülümsemesiyle beni selamlar olmuştu.
Derin derin nefes alıp verdim, tuhaf bir hareket olsa bile şemsiyemi kapatıp eve ulaşana kadar koştum. Bu Yixing beyefendisi buraya taşındıktan sonra ona gözükmemek için yaptığım ufak bir aktiviteydi.
Eve hızla girdiğimde annem tam bir televizyon düşmanı olduğundan mutfakta elma soyarak radyodan haber dinliyordu. Bakışlarımız anlık birleşti ve başımla hafifçe selam verdim. Derin bir nefes alarak, resmen oflayarak önüne döndü, o vakit sanki tüm yorgunluğumun üstüne tonlarcası daha eklenmiş gibi omuzlarım çöküvermişti.
"Dolapta yemek var, ısıtır yersin." Dedi buz gibi bir sesle. Yağmurdan ıslandığımda hissetmediğim o soğuğu yavaştan hissetmeye başlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kafamda döner durur o eski sinemalar, cebimde ölmüş filmler var // sulay
FanfictionBir tiyatro yazarının eve geri dönüşü ve üzümler, o lanet kabuğundan ayrılma hissiyatına tapan üzümler. "Özgür olmak istiyorsan o üzümleri lanet kabuğundan ayırmalısın. Unutma, portakallar asla kabuklarından ayrılmak istemezler ama üzümler buna tapa...