Marc Aryan - Kalbin yok mu?"Üzümleri ağlarken tarla bekçisi hıçkırırdı. Yaz gecesi dört tane yedisinden, üç kurşun... sonu son gibi olamasa bile son."
Etrafın insan öldüren sessizliğinde bir çınar olduğumuzun ispatı olan Zhang Yixing'in üstümde uyuyakalması ile sabah bizi bulmuştu. O vakte kadar ya konuşmuş ya da uyumuştum. Ancak sabah bir anda kendini öğleye yakın bir vakte dönüştürünce konuşmaya yeltenmeden boş boş otururken buluvermiştim kendimi. Gerçi çok da oturuyor değildim. Zira Yixing beyefendisi yüzünden küçücük koltukta bacaklarım koltuğun dışında kalıyordu ancak iki kişi olmamıza rağmen sığmamız da bir mucize sayılırdı.
Tekrar tekrar tavanı izlerken ve cümlelerimi büyük bir özenle kurmaya çalışırken omzumda birkaç hareketlilik oldu. Beyaz tavanı izleyip orada kendimden izler çıkartmaya çalıştığımdan yanıbaşımda uyanan yüze bakamıyordum. Aslında oldukça utanmamız gereken bir an yaşıyorduk ama ikimiz de sanki bunu boşvermiş ya da oldukça normal bir şeymiş gibi karşılamıştık. Yani evet, bu o an için böyleydi.
"Dört tane yedisinden üç kurşunu kim yedi?"
"Başka bir gün," dedim gülümserken. "Hikayesine karışırsam bambaşka bir günde daha güzel anlayacaksın."
İnsanlar kendi derdine küserken hava da insanları örnek alarak Güneş'e küsüvermişti o gün. Yixing üstümden kalkarak pencereyi izlerken tam da bu dediklerime uyacak cümlelerle karşılıyordu beni. Fazla dayanamadan ben de ayağa kalktım. İçinde plaklar çürüttüğüm kitaplara doğru döndü Yixing o vakitlerde. Demesi gereken kelimeleri tek tek yutuyormuş gibi gözüküyordu.
"Bunlar da, prenses M.'nin sahip oldukları olmalı." Dudakları kıvrılarak eliyle kitaplığı işaret etti. Kaşlarım hafiften çatılırken kitaplığıma doğru baktım.
"Prenses M.?"
"Evet," dedi başlıyla onaylayarak. "Prenses M. yani Myeon." Bir süre nereden nefes alacağımı unuttum, solmamak için son nefeste olan sardunyalarım hatırlattı.
"Ne yani?" Sinirlendiğimi belli etmek için tüm ifademi değiştirdim. "Prenses Myeon ben miydim?"
"Yok artık," kaşlarını kaldırarak bana şok olmuş bir şekilde baktı. "Anlamamış mıydın?"
"Hayır. Çünkü bana Myeon diye seslenen pek olmaz." Bir süre etrafı izleyerek orada burada uçuşan üzümleri saydım. "Hatta hiç olmaz."
"Sanırım buna mutlu oldum."
"Neden ki?"
"Çünkü Myeon özel bir karakter ve o-"
"Madame Bovary'e benziyor."
"Flaubert yani."
"Evet, aynı Flaubert gibi ama ucundan Fleur da var." Fleur hanımefendisinin kim olduğu hakkında bir şeyler zırvalayacakken kulağıma ulaşan birkaç cılız sesten dolayı duraksayıverdim. Sonra seslerin bir anda büyümesiyle, net olmasa da kıyamet kopar gibi insanların bağırışma sesleriyle gözlerimiz cama doğru döndü ve o vakit evin önünde toplaşan insanları gördük. Annem ve babam sabahın en erken vakitlerinde işe gittiklerinden dolayı bu saatlerde kıyamet kopsa dahi evde olmazlardı. Ki bu ve buna benzer olaylar genelde onlar evde olduklarında ve yeni bir şeyler keşfedildiğinde olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kafamda döner durur o eski sinemalar, cebimde ölmüş filmler var // sulay
FanfictionBir tiyatro yazarının eve geri dönüşü ve üzümler, o lanet kabuğundan ayrılma hissiyatına tapan üzümler. "Özgür olmak istiyorsan o üzümleri lanet kabuğundan ayırmalısın. Unutma, portakallar asla kabuklarından ayrılmak istemezler ama üzümler buna tapa...