Yine uyandım karanlık duvarların arasındaki küçük, eski ve muhtemelen şimdiye kadar benim dışımda bir sürü öğrenciye uyuyacak alan sağlamış olan yatağımda. Kaldığım yatakhanede başka uykusuz bir geceye uyanmıştım. Bunun bu aralar bu kadar sık olması canımı sıkıyor ama her seferinde aklıma dolan endişe içerikli düşünceleri geçiştirip, her şeyin güzel olacağına inandırıyordum kendimi. En azından deniyordum. Gittiğim lise aslında çok da özel bir yer sayılmazdı. Highland Park Senior Lisesi Minnesota'da yaşayan pek çok insanın bilmediği küçük bir arazi üzerine inşa edilmiş sıradan bir okuldu. Çoğu insanın bilmemesinin sebebi insanlarının da, okulun kendisinin de oldukça sıradan olmasıydı belkide.Başkalarının ne dediğini umursamazdım hiç, umursamayı da düşünmüyordum yakın gelecekte. Burayı seviyordum ben. Geceleri uykusuzluk çektiğim zamanlarda camın önüne çıkıp yüzümün her bir hücresinin soğuk havayı içinde hissetmesini seviyordum. Oldum olası soğuk havayı sevmişimdir zaten. Bu sessizlik ve sükunet tufanının içinde yaşamayı seviyordum, düşüncelerimin üzerinde düşünmemi ve yanlış olduğunu düşündüğüm düşüncelerime de hakim olmamı sağlıyordu çünkü. Belkide pek çok insana göre burayla ilgili en sevdiğim şey en tuhafıydı. Yalnızlığını, insandan yoksunluğunu seviyordum en çok. Sebebi benim için de biraz enteresan aslında. İnsanlara oldum olası güvenmezdim, küçükken başıma gelenlerden ötürü belkide. Güven duygusuna sahip olarak yetiştirilmemiştim, kime güvensem beni arkamdan bıçaklamıştı bu hayatta. Şimdiye kadar deneyimlediğim bu kısa ömrümde öğrendiğim bir şey var ise bu da hayatta sadece kendime güvenebileceğimdi. Yalnızlık güzeldi çünkü yalnızlık beni üzemezdi, duygularımla oynayamazdı, vermemem gereken kararları vermemi sağlayamazdı...
Hava soğuktu yine her zamanki gibi. Açtığım pencereden içeri giren hava titrememe sebep olurken vücudumun özellikle de ellerimin uyuştuğunu hissediyordum. Bunu seviyordum, hissizleşmeyi seviyordum. Bu mutluluğum tabiki uzun sürmedi. Yatakhanedeki öğrencilerden bazıları pencereden içeri dolan dondurucu soğuktan ötürü uyanmış, bana pencereyi kapatmam için söyleniyorlardı. Ben de daha fazla onların konuşmasını dinlemek istemediğim için ruhumun sakinleşmesini sağlayan pencereyi kapatmış, yatakhaneden çıkmış ve yurttaki küçük banyoya doğru ilerlemeye başlamıştım. Onlar benim penceremi elimden alırlarsa ben de kendi penceremi kendim yaratırdım.
Kendimi klostrofobik boyutlardaki duşun içine attığımda suyu en soğuğa ayarladım ve hissetmeye çalıştım. Her şeyi. Ruhumun yorgunluğuna karşı dinç bedenim buz soğukluğundaki suyun altında titriyordu ama bunu umursamadım çünkü bedenimin hissettiği bu acı beynimin aldığı zevke değerdi. Suyun altında ne kadar kaldım hatırlamıyorum. Belki on dakika belki iki saat. Rakamlar benim için hiç önemli olmamıştı zaten. Rakamlar bizim hayatı yakalamamız için yapılmış insan icadı çizimlerdi, oysaki benim hayatım ben daha küçücük bir bebekken elimden alınmıştı.
Duştan çıkıp kendime baktım. Kuzgun karası saçlarıma, zayıf ve güçten düşmüş vücuduma baktım. Sonra gözlerime... Beni hayatımda en çok yaralayan şey gözlerime bakmak olmuştu hep. Çünkü zayıflığım gözlerimden o kadar net bir şekilde okunuyordu ki. Herhangi biri Zümrüt yeşili gözlerime baksa bu gözlerin ölü bir bedene ait olduğunu ölümüne iddia bile edebilirdi. Öyle yorgun, öyle bıkkın, öyle umursamaz bakıyordu ki gözlerim. Eski parlak yeşil gözlerimle en ufak bir benzerliği bile yoktu şu anki bakışlarımın.
Aynada kendimle olan bakışmalarımı kesmiş odaya doğru yol alıyordum ki havanın aydınlanmaya başladığını gördüm. Tamam ben zaman kavramını önemsemiyor olabilirim ama insanlık yüzünden dikkate almak zorundaydım. Çünkü insan ırkına göre dünya bu kavrama göre dönüyordu. Ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı buna göre belirliyorlardı. Bazen düşlüyordum, keşke hayat böyle olmasa. Keşke hayatımızdaki her şeyi aptal bir kavram yüzünden robot gibi vakti vaktine yapmak zorunda kalmasak. Biz canlıyız çünkü düşüncelerimiz, hayallerimiz var ve bunları kısacık bir zaman dilimine sığdırmak çok zor, gerçekten çok zor.
Koridorda asılı olan saate baktığımda dersin başlamasına yarım saat kaldığını gördüm. Odama gittim ve rutinimi gerçekleştirmeye başladım. Giyindim, kampüse yürüdüm, en arka sıraya oturdum ve düşünmeye başladım. Her zamanki gibi.
Hoca içeri girdiğinde herkes saygı ile ayağa kalktı ama ben bunu yapmadım, yapmayacaktım. Sadece bize bazı basit ders bilgilerini öğrettiği için kötü ve acımasız bir insana saygı göstergesinde bulunmak hayat planlarım arasında yoktu, ve asla da olmayacaktı.
Tam rutinime devam ediyordum ki hiç beklemediğim bir şey oldu. Sınıfa yeni bir öğrenci gelmişti. Bakışları okyanustan bile soğuk, saçları kardan bile beyaz. Tam da benim hayal ettiğim gibi...
***********************************
İlk bölümden herkese merhabaaa. Çok heyecanlıyım umarım beğenmişsinizdir.
Bu arada galiba hikayede Lily ve James kötü olacak lütfen bana sövmeyin jdjdjd
Kitap bu konu üzerinde devam edecek ama fikirleri olanlar söyleyebilir başka shipler falan.
Fikri olan bunun altına yazsın
Yazarınız kaçar <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhuma Açılan Pencere | Drarry
FanfictionOnlar sıradan bir çift değildi. Nadir olan sıcak günlerden birinde ikisinin de birbirinden soğuk olan vücutları karıştı birbirine. O iki soğuk beden birleşip ateşi oluşturdu (Homofobikler uzak dursun !!!)